26 Haziran 2017 Pazartesi

Yaşasın toplumun,sistemin bize tüm dayatmalarına rağmen kendi rengini yaşayanların cesareti!!! Yaşasın çeşitlilik!!!✌🌈


Yaşasın toplumun,sistemin bize tüm dayatmalarına rağmen kendi rengini yaşayanların cesareti!!! Yaşasın çeşitlilik!!!✌🌈

Gilbert Baker 'dan önce LGBT+ bireylerin sembolü ters pembe bir üçgendi... Nazi döneminde lezbiyenlerin siyah ters üçgenle damgalanmasına tepki üzerine geliştirilmişti...


Ancak Gilbert bu sembolün tarihinden ve hatırlattıklarından rahatsızdı...

Gökkuşağı bayrağının eşcinsel toplum tarafından ilk kullanımı 1978 yılında San Francisco Gay ve Lezbiyen Özgürlük Günü Yürüyüşü sırasında oldu. Hippi hareketlerinni zenci yurttaşlık hareketlerinni simgeselliğinden esinlenen San Franciscolu sanatçı Gilbert Baker, eşcinseller tarafından her yıl kullanılabilecek bir simge arayışı içinde gökkuşağı bayrağını tasarladı.Bayrakların her biri farklı renkte olmak üzere sekiz şeridi vardı ve her bir renk eşcinsel toplumun farklı bir bileşenini temsil ediyordu: kırmızı yaşamı, turuncu iyileşmeyi ve gelişmeyi, sarı güneşi, yeşil doğayı, çivit mavisi uyumu, mor maneviyatı, cam göbeği sanatı ve cart pembe cinselliği.


Bir sonraki yıl Baker, 1979 yılındaki yürüyüşte kullanılmak üzere seri üretimi için San Francisco Paramount Bayrak Şirketi'ne başvurdu. Üretimdeki bazı kısıtlamalar yüzünden (cart pembe boyanın piyasada fazla bulunmaması gibi) pembe ve cam göbeği tasarımdan çıkarıldı. Altı renkli bu yeni tasarım, San Francisco'dan diğer kentlere de sıçradı ve kısa süre içinde eşcinsel bilincin ve çeşitliliğin dünyaca tanınan simgesi haline geldi, Uluslararası Bayrak Yapımcıları Kongresi tarafından da resmen tanındı.

Böylece Gilbert; onurlu bir topluluğun uluslararası simgesini yaratmış olarak 31 Mart 2017'de  65 yaşında aramızdan ayrıldı...


24 Haziran 2017 Cumartesi

Mahatma Gandhi ve Ünlü Tuz Yürüyüşü




Mahatma Gandhi (Mohandas Karamçand) ilk şiddetsiz direnişini Hindistan’da değil, bir Hint şirketinde avukat olarak çalışmak üzere 1893’te gittiği Güney Afrika Cumhuriyeti’nde başlatmıştı. Güney Afrika’da sadece Afrikalılara değil Hintlilere de ayrımcılık yapılıyordu. Gandhi, ilk olarak elinde birinci mevki bileti olmasına rağmen üçüncü mevkie geçmediği için trenden atıldı. Daha sonra yoluna at arabası ile devam ederken, Avrupalı bir yolcuya yer açmak için arabanın dışında basamak üzerinde yolculuk etmeyi reddettiği için sürücü tarafından dövüldü. Yolculuğu esnasında bazı otellere alınmamak gibi çeşitli zorluklarla karşı karşıya kaldı. Bir mahkemede hâkim Hindu türbanını çıkarmasını emrettiğinde buna karşı çıktı. Bütün bunlar şiddet içermeyen direniş fikri üzerine düşünmesine neden oldu.
1928’de Hindistan’a bir yıl içinde dominyon statüsü verilmesi teklifine İngilizlerin olumlu cevap vermemesi üzerine 12 Mart 1930’da Gandhi ve 78 yoldaşı (satyagrahis) ünlü Tuz Yürüyüşü’ne başladı.
Yürüyüşün amacı, 1762 yılında Doğu Hindistan Kumpanyası’nın mirası olan ve yılda 25 milyon pound’luk vergiye kaynaklık eden Tuz Yasası’nı (Britanya’nın tuz tekelini) ihlal etmek için denizden tuz çıkarmaktı. Gandhi, yürüyüşe başlamadan önce Britanya Genel Valisi Lord Irwin’e bir mektup yazmış ve yasanın kaldırılmasını, aksi takdirde şiddet içermeyen bir direniş yapacağını bildirmişti. Ardından da halka “kendinizi yeterince güçlü hissediyorsanız hükümetin işlerini terk edip, bu yürüyüşe katılın” çağrısını yapmıştı.
Gujarat Eyaleti’nin başkenti Ahmedabad yakınlarındaki Sabarmati Aşram’dan başlayan yürüyüşe yolda binlerce kişi katıldı. Hint Okyanusu kıyısındaki Dandi köyüne kadarki 388 kilometrelik mesafeyi çıplak ayakla 24 günde kat eden 61 yaşındaki Gandhi, 6 Nisan sabahı İngiliz polislerinin şaşkın bakışları arasında denize yürüdü ve çamura karışmış bir topak tuzu avuçlarına alarak tatlı suda yıkayarak ufaladı. Böylece bir Hindu’nun tuz çıkaramayacağına dair Tuz Yasası’nı ihlal etti. Ardından Gandhi’nin çağrısına uyan binlerce köylü deniz kıyılarına akın ederek tuz çıkarmaya başladılar. Gandhi ve 60 bin eylemci hapse atıldı ancak yasa da işlemez hale getirildi...



21 Haziran 2017 Çarşamba

Dogmaların karanlığına inat yaşasın bilim ateşi!!! Yaşasın Galileo!!!



Bugün sadece en uzun gün değil...
Bugün Galileo'nun engizisyon mahkemesinde dünyanın döndüğüne ilişkin tezini inkara zorlandığı gün...
Ama bilim yenilmez; bilim bildiğiniz tüm dogmaları ezip geçer ve gerçeği bulur...
Bilinen tüm dogmaların karşısında, bilime katkıda bulunarak var olmamız gerektiğini hatırlatan gün bugün... En uzun gecelerin getirdiği karanlığı yaşamamak için bilim ateşine katkıda bulunalım ...

17 Haziran 2017 Cumartesi

Adalet ve Themis ...



Adaletin simgesi hepimizin malumu... Ama bu kadın figürü fikri nereden geliyor derseniz cevabımız mitolojide...
Bu zamanla değişime uğramış figürümüz özünü yunan tanrıçası olan Themis'ten alıyor... Söz konusu mitoloji olunca söylenceler de çeşitli tabi ki... Themis,Zeus'un ikinci karısı ve aslında sonsuz düzen tanrıçası olarak geçiyor hatta rivayete göre Hera'nın kıskanmadığı tek tanrıça, Zeus başka başka şeylerle uğraşırken toplum düzenini Themis hallediversin diye evlenmiş kendisi ile... Mitolojide ki tasvirlerinde elinde sadece bir asa olduğundan bahsediliyor...

Themis'e eklenen ve hepimizin bildiği tasvir ise yani gözlerinin bağı,elindeki terazi ve kılıç ise rönesans dönemi ressamlarının işi çünkü onlar bir harika 😍🎨 Bildiğiniz üzere elindeki terazi eşitliği,kılıç adeletin keskinliğini,gözbağı ise insan ayırt etmeden karar vermesini temsil eder ama gözbağına bir de Sunay Akın'ın kaleminden bakmak isterseniz işler biraz değişir... Kendisi demiş ki :
"...Beyaz adam adaleti de bir kadın heykeli ile simgeledi...Fakat elinde terazi tutan zavallı kadın gözleri bağlı olduğu için kendisine tecavüz edenin kim olduğunu göremedi."



12 Haziran 2017 Pazartesi

İyi ki Doğdun Füreya Koral




Türkiye'nin ilk kadın seramik sanatçısı ve çağdaş seramiğin öncülerinden Füreya Koral'ın doğumgünü bugün...

Ferit Edgü Ateş ve Sır adlı kitabında; "Bazı fırınlardan ekmek çıkar. İnsanların karınlarını doyurmak için. Füreya'nın fırınından renkler, biçimler çıkar, gözlerimize yeni biçimler, yeni renkler, yeni tatlar sunmak için" diye tanımlıyor sanatçımızı...

Kendisi ise ; " "(...) İstiyorum ki yaptığım çini tabakta en fakir ev yemek yesin. Benim çinilerim herkesin olsun. Yaptığım masa her evde bulunsun. Bir ocak yapmalıyım çiniden. Güzel bir merdiven başı. Kahve fincanlarım olsun bütün kahvelerde. Zengin fakir, iyi kötü bütün evlerde. Genç, ihtiyar bütün ellerde. Sanatı müzelerde hapsetmek yok. O sanat ölü sanattır. Çağımıza yakışmaz. Eski yunanlılar, sanatı hayatlarına karıştırmışlar. O üniformalı müzelerde gördüğümüz yunan çanağı şarap içmek içindi. Güzelim testi su koymak, güzelim tas su içmek içindi. Heykeller meydanları doldurmuştu." diyerek anlatıyor sanatı nasıl da hayatımızın içine sokmamız gerektiğini...
İyiki doğmuş iyi ki dokunmuş tüm güzellikleriyle sanat tarihimize...

10 Haziran 2017 Cumartesi

Carl Vilhelm Holsøe 'den Bir Eser 🌟


Gerçekten sahip olmanın hayalini kurduğum bir kaç tablo var... Ama hayal çoğu gerçekten çünkü özel koleksiyonlarda bile değiller... Yani 2000 yılında bu tablonun bir özel koleksiyondan çalınması ve 16 yıl sonra çalındığı yerin 80km uzağında bulunması ile alakam yok gerçekten 😊 Ama keşke benim olsa....
Carl Vilhelm Holsøe (12 Mart 1863 - 7 Kasım 1935) iç mekan tabloları ile bilinen ünlü Danimarkalı ressamımız... Kendisi doğa,çiçekler gibi konularda çalışmış olsa da onu parlatan iç mekan resimleri... Hatta 1886 yılında Charlottenberg Sergisi'nde Holsøe'nin eserlerini gören Karl Madsen "adeta bir iç mekan manifestosu" diye tanımlıyor ressamımızın eserlerini... Gerçekten benim için özel olan tablolardan bakmaya doyamadıklarım katagorisinde o zaman bu gönderi için de müzik olan tablolara doyamayanlara gelsin bir de müzik öğretmenlerine !!!


6 Haziran 2017 Salı

Hamit Görele'yi Saygıyla Anıyorum...



“Müziğin matematiğe, resmin de geometriye dayandığına inanırım.” diyen ressamımız Hamit Görele'nin ölüm yıldönümü bugün... Kendisinin bu matematiksel bakış açısı boşa değil çünkü mühendislik okurken 2. sınıfta bırakıp tutkusunun peşinden gitmeye karar verip daha yüksek bir boyuta geçerek güzel sanatlar akademisinde devam etmiş eğitim hayatına... (yine burada birilerini kızdırmış olabilirim ama Einstein eğer evrenin sırrını çözmeyi kafasına takmasa mühendis olmayacaktı keman çalarak geçinecekti sanat yüksek boyut kabul edelim...) Ressamımız resimde sürekli yenilik arayan tavrı ile dikkat çekiyor aslında gerçekçilikten yavaş yavaş uzaklaşıp soyuta doğru evriliyor eserleri... Fransa'ya eğitime gönderildikten sonra 2 yıl içinde Cezanne,Picasso,Bonnard gibi dev ressamların eserleriyle yan yana sergileniyor iki eseri... (Firavun'un Eşi ve Odalık) Geometri çıkışla yüzeyi parçalayarak yaptığı ilk soyut denemeleri, Türk resminde bu alanda yapılan ilk çıkışların yanında yer alıyor...
Sanat ve sanatçılar desteklendiği sürece başarılarımızın göğsümüzü nasıl da kabartabileceğinin en güzel örneklerinden biri Hamit Görele; saygıyla anıyorum...

4 Haziran 2017 Pazar

Jef Aéosol İzmir 'de ...

Bugünler de yolunuzu İzmir Alsancak Vasıf Çınar Bulvarı'na düşürmek için çok geçerli sebepleriniz var 😊
Ünlü graffiti sanatçısı Jef Aérosol, İzmir'e geldi ve sokağımıza hayat kattı... Asıl adı Jean Français Perroy olan sanatçımız 1957 Fransa doğumlu. Sokak artistliği dalgasının ilk üyelerinden hatta "Blek Le Rat" , "Miss Tic" ve ya "Epsylon Point" bugün "urban art"ın babası olarak tanımlanan terimlerden... Çalışmalarında ki kırmızı oklarla imzasını ortaya koyan sanatçımız eskiden bir ingilizce öğretmeniyken içinde ki müzik ve sanat aşkının onu çektiği yola girmeyi tercih ediyor... Sonuç bu güzellikler... İnsanın kendini gerçekleştirme seviyesine ulaşması gerçekten paha biçilemez...

"PAYLAŞILAN FARKLILIKLAR" başlığı yeteri kadar ilgi çekici ve düşündürücüyken bu başlığın görsellere taşınmış halini mutlaka görmelisiniz !!!







2 Haziran 2017 Cuma

31. İzmir Uluslararası Festivali Yunus Emre Oratoryosu İle Başladı...



Ve 31. İzmir Uluslararası Festivali başladı...
Şehitlerimizin olduğu,ramazan ayına denk gelen festivalin ilk gününe  "Yunus Emre Oratoryosu" çok yakıştı...  Öyle ki; Uğur Mumcu Sanat ödülüne layık görülen; latince,osmanlıca,ingilizce,rusça ve japonca yaptığı çevirilerin yanı sıra 200'ün üzerinde makale,röportaj ve yazısı yayınlanmış pek donanımlı müzikolog şefimiz Aytuğ Ülgen'in de konseri şehitlerimize adaması ve ara alkış yapmamamızı rica etmesi bu güzelim konseri bambaşka bir hale sokup çoook daha özel olmasını sağladı...
Kabul edelim Yunus Emre Oratoryosu,felsefi olarak ağır,metin olarak ağır,müzikal olarak ağır bir eser onu bu kadar özel yapan da tam olarak bu!Bestecisi Ahmed Adnan Saygun'a iyi ki bu topraklarda yaşadın diyerek kocaman bir saygı duruşu göstereceğimiz türden bir eser bu...

İlk bölüm de yaşamı seven yaşam ötesi hakkında hiçbirşey bilmeyen Yunus Emre'nin gözyaşlarına tanık oluyoruz...Çünkü alınyazısına boyun eğmekten başka çare yoktur!

İkinci bölümde Yunus Emre'nin yaşama bağlılığı sebebiyle Tanrıya olan derin isyanına eşlik ediyoruz "geçmedi mi intikamın,öldürüp,çürütüp,gözüme toprak doldurup bir avuç toprağa bunca kil-ü kat" dizeleri solo basımıza ve koromuza pek yakışıyor...Bu bölümün sonuna doğru ara bölüm de "aşk"ı buluyor Yunus Emre isyan diniyor ama huzur hala uzakta...

Ve son bölüm Yunus aşk içinde karışıyor huzura... "aşkın aldı benden beni,bana seni gerek seni" dizeleriyle şov yapıyor İzmir Devlet Opera ve Balesi'nin koristleri ve orkestrası ki kendileri zaten gönül tahtımın sahipleri...

İşte bu derinliğin ve güzelliğin manasında kaybolduk biz dün gece... İksev tam 31 yıldır ruhlarımıza ışık ve besin oluyor bana da İzmir Kültür Sanat Eğitim Vakfı'na ve onu destekleyenlere sonsuz sevgi ve alkış göndermek kalıyor...