25 Ocak 2014 Cumartesi

1 Kitap 1 Film... Hayatımıza değen sihirin farkında olmak!!!


Hepimizin başına gelir kaybolmuş gibi hissederiz, anlamsızlaşır hayatımız; işte bu dönemlerde ben hep hayatın sıradanlığından  biraz sıyrılmak için kitaplara başvururum... Yol hikayelerine takıntılıyımdır; yolun nereye çıkacağından çok yolculuğun kendisinin değerli olduğunun bilincindeyimdir de genelde... Bu yüzdendir belki Oz Büyücüsü takıntım Dorothy'nin kırmızı ayakkabılarından ilham alışım ve senelerce her güne "Somewhere Over The Rainbow" şarkısıyla başlayışım...




Yine böyle sıkıntılı bir dönemdeyim işte kendimi kitaplarla, operalarla, sergilerle  meşgul etmeye çalışıyorum okuyacağım kitap bitince sinirleniyorum yeni bir tane bulma telaşı sarıyor her yanımı... Tam da bu anda çoooook daha önce okuduğum bir kitabı yeniden okuma zamanı geldi... Simyacı'yı yeniden okumaya karar verdim... Bambaşka bakış açılarıyla yeniden okudum, yeniden aydınlandım...
Yazınsal olarak beni çok etkileyen bir kitap değil Simyacı hele senelerdir okuma alışkanlığım sayesinde kendimi biraz da olsa bu konuda geliştirmişken ama belki de zamanlama çok çok doğru olduğu için mesaj açısından harikalar yaratan kitaptı benim için yine yeniden "herşeyin bir zamanı var" algısı çaldı kapımı yani :) Kitapta delikanlı karakterimiz Santiago "hazinesi"nin peşine düşüyor malum kendi "kişisel menkıbemiz" in peşine düşmenin önemini vurgulayarak. 

Bu yolculuk hikayesinde kahramanımız amacına ulaşmadan önce 4 büyük engelle karşılaşıyor :

1) Çocukken çok gelişmiş bir hayal gücümüz vardır ama zamanla toplumdan etkilenir kalıpların içine sığmaya çalışırız çünkü hayallerimizin komik uçuk olduğu gerçekleşmesinin imkansız olduğu söylenir bize durmadan... İşte kahramanınızın karşılaştığı ilk engelde bu! Önce kalıplarını yıkıp hayallerinin peşinden gitme kararını alıyor.

2) Yolculuğu sırasında aşık oluyor! Aşk nasıl olurda hayatta engel olur nasıl olurda  kötü birşey gibi algılanır demeyin... Hepimiz zaman zaman sevdiklerimizi ve sevenlerimizi üzmemek incitmemek için kendimizden ödünler vermiyor muyuz? Bizi geride tutsada kim olduğumuzu gölgelesede zaman zaman aşk uğruna kendi özümüzü oluşturan değerlerden vazgeçiyoruz... Oysa gerçek aşk bizi geliştirmeli , olabileceğimiz en iyi yere gelmek için bizi cesaretlendirmeli, parlamamıza izin vermeli... Santiago her ne kadar aklı kalacak olsa da gerçek aşkı bulmayı başarmış biri olarak onun kişisel menkıbesini yaşamasını isteyen kadını bir süreliğine geride bırakıp yoluna devam etme kararı alıyor 2. engelini de böylece aşmış bulunuyor...

3) Tüm bu yol hikayesi boyunca kahramanımız bir sürü yenilgi yaşıyor, evet  pes etmiyor ama bu yenilgiler içinde, hep bir şüphe hep bir "ya yeniden yenilgiye uğrarsam" endişesi yaratıyor... İşte kahramanımızın burada geçmiş yenilgilerinin korkusunu geleceğe yansıtmaması gerektiğini öğreniyor.Tam bir "it's now or never" algısı yerleştiriyor içinize...


4) Ve son engeli kendi içinde yaşadığı bir çelişki... Tüm yolculuk boyunca çektiği acıları düşünüyor "kişisel menkıbesi"nin peşinde koşmayan sıradan insanlar bu acıları yaşamıyor ben niye bunları çektim düşüncesi... Sonra yolculuğun ona kattıklarını düşünüyor kalbinin huzur bulması için amacına ulaşması gerektiğinin bilinciyle bu sorgulamasını da başarıyla tamamlıyor...


İşte böyle güzel böyle umut verici bu kadar anlamlı bir iç yolculuğa çıkartıyor Simyacı bizleri...
Son zamanlarda sufizme olan ilgim malum... Kitabı ilk okuduğumda zaten fark etmeme imkan yoktu ancak sufizmle biraz biraz haşır neşir olmaya başlayan benim için bile Paulo Coelho'nun Mesnevi'den etkilendiğini söylemek zor değil... İncil ve Tevrattan açık açık alıntılar yapsa da kitabın ana kaynağı kesinlikle mesnevi zaten benden önce farkına varan  bir sürü insan yazaramızı bu konuda sıkıştırmış açık açık kendisine sormuşlar kendisi Mesnevi'yi okuduğunu kabul etse de genel de yorumlara sessiz kalmayı tercih etmiş... Simyacı'yı yeniden okumaya karar verdiğimde bu bağlantıyı bilmiyordum okudukça şaşırarak keşfettiğim bir gerçekti ama diyorum ya bu aralar hayatımdaki zamanlamalar hep böyle manidar Sufizm çektikçe çekiyor beni :)

Kitapla ilgili araştırmaya değer bulduğum bir iki detay daha var...
Öncelikle hikayenin dönüm noktalarından  Santiago'nun rüzgara dönüşme anı vahdet-i vücud kavramını akla getiriyor ister istemez... Evrenle bir olma, evrenin dilini konuşma... Panteizm anlayışını çok güzel betimleyen bir kurgu var tam burada...
(Panteizm: Tümtanrıcılık, doğatanrıcılık "Tanrı herşey, herşey tanrı" olarak tanımlanabilir.)

2. Ayrıntıysa benim okuduğum Özdemir İnce çevirisi ile de bağlantılı olabilir. Daha hikayenin başında karşımıza çıkan "mektup" kelimesi kahranımızın kendine sürekli hatırlattığı; hani anlamak için arap olması gerektiğine inanılan kelime :) "Mektup" kelimesinin aslında "yazgı" anlamına geldiğini anlamak için arap olmak gerekmese bile arap diline hakim olmak gerek gerçekten çünkü arapçada "mektup" -yazmak- fiilinin edilgen hali "yazılan" anlamına geliyor.Bu kelimeye kitabı bu okuyuşumda taktığım için araştırıp bu sonuca ulaştım :)
Kimileri "new age" saçmalığı olarak görse de "eğer tüm benliğinle birşeyi istersen tüm evren sana onu vermek için işbirliği yapar" savunmasıyla bu kitap düştüğüm karanlık kuyularda bana ışık tutarak aydınlatmayı ve yeniden umut vermeyi başardı ... 


 



Gelelim film önerime... Simyacı'nın Mesnevi'den yola çıkarak yazıldığını iddia etmek ne kadar doğruysa bu filminde Simyacı'dan etkilendiğini söylemek bir o kadar doğru bence... Yol hikayelerinin hastasıyım demiştim Interstate 60 'da  adından da belli olacağı üzere bir yol hikayesi... Simyacı'da ki herşeye cevabı olan Urim ve Tummim taşları filmimizde yerini "Magic 8 Ball" a bırakıyor... Hikaye benzerlikleri sadece bu ayrıntıda değil  hayatın anlamını arayan Derviş gibi , hazinesini arayan ve işaretlere inanan Santiago gibi filmin kahramanı Neil'de sorularının cevabını almak için işaretlerin rehberliğinde yollara düşüyor. Doğumgününde bir dilek dileyen ve hayatıyla ilgili soruya cevap isteyen Neil'ın dileği gerçek oluyor ve kendini aslında varolmayan bir otobanda buluyor ve cevapları kovalamaya başlıyor... 2002 yapımı bu filmi ilk izlediğiniz de kaç yaşında olduğunuz önemli belki ama ben ilk izlediğimde 17 yaşında kafasında ne olmak ne yapmak istediği ile ilgili milyonlarca soru olan bir genç kızdım :) Yine hiç beklemediğim zamanda öylesine karşıma çıkan bu filmin bende etkisi inanılmazdır yaklaşık 10 senedir sene de bir gün aralık ayında mutlaka yeniden ve yeniden izlerim her seferinde bana umut ve mutluluk aşılar...





Film boyunca olmayanlara ya da olabileceklere değil olanların güzelliğine takılıyorsunuz yine muhteşem "it's now or never" algısı ile :) Neil hayatı ile ilgili cevapları aradığı bu yolda bir yandan da gerçek ve tek aşkına kavuşma umudu da besliyor ve yine aşkı ve seçmesi gereken yol arasında kalıyor Simyacı ile benzerlikleri bu kadar aşikar yani şimdi senarist kalkıp bana "ne alakası var?" demesin üzerim :) Aslında bütün film aynı Simyacı gibi tamamen mesaj vermek üzerine çekilmiş ancak bu mesajları alırken hiçte sıkılmıyorsunuz... Filmin yönetmeninden, oyuncularından,çekimlerin kalitesinden ve "back to the future" bağlantısından bilerek bahsetmiyorum merak ederseniz araştırırsınız zaten benim derdim burada hikayenin muhteşemliği ve anlatım üslubu :).

 


       (Kupa 6 ---- Maca 5)

Bu filmin hikayesinin bizi sürüklediği noktalara gelirsek:

1) Herkes kendi mucizesini bulmalı

2) Hiç birşey tesadüf değildir sonsuz evrende imkansızın kaçınılmaz olduğu bir yer mutlaka 
 vardır.

3) Hayattan ne istediğimize (dilediğimize) gerçekten dikkat etmeliyiz.

4) Eğer sen bir cevabı tüm kalbinle arıyorsan evren sana bu cevabı kendi tarzıyla ipuçları ile verecektir. Yeter ki algıların açık olsun işaretleri görmeyi bil.


             (Baş ucumda duran "siyah 8" in nedenidir bu film...)


Bir kitap bir film demiştim... Kendinizi kötü hissettiğiniz, amacınızdan saptığınızı düşündüğünüz, yaşadığınız hayatın kalbinizi tatmin etmediğini düşündüğünüz zamanlarda "acil yardım kolu" niyetine okuyun, izleyin derim ben... Umarım bende yarattığı hissi sizlerde de yaratır ve hayatınıza değen sihirlere daha sıkı tutunmanıza yardımcı olur...


Iyi yolculuklar ... !!!

24 Ocak 2014 Cuma

"Camın Şairleri..." Bir "mutluluk emekçisi"nden ve ekolüne sahip çıkanlardan şiir gibi eserler...

Bugün Arkas Sanat Merkezi'nde "Camın Şairleri" sergisini izleme, hayran olma şansı buldum :)
"Sanat sadece müzelerde ve galerilerde değildir. Sanat onlara asaletini verdiği sıradan objelerdedir ki bu nesneler olmadan gerçek bir kültür var olamaz." İşte bu bakış açısı merkezin içinde vuruyor sizi sergiyi çok daha iyi özümsemenize olanak sağlıyor. Bu güzel eserlerin tadını daha iyi çıkarmak için Nancy Ekolünü anlayan bu bakış açısını ve Art Nouveau akımını biraz olsa bilmekte fayda var...
Art Nouveau akımı 1890-1914 yılları arasında dekorasyonu temel alarak modern bir Avrupa stili yaratmak anlayışını benimser. 20. YY başlarında zirveye ulaşmış tüm batıyı kucaklamıştır. Kalıplardan sıyrılma ve estetiğe önem verme hedefiyle hareket eden akım günümüz modern sanatının kaynağıdır.

Nancy Ekolü
ise kısaca tasarım ve ürünün evliliği fikri olarak anlatılabilinir. Bugünün marka kavramının gelişmesine ve sanatın müze ve galeri duvarlarının dışına taşmasına yardımcı olmuştur. Emille Galle etkisi altında toplanan bu grup Art Nouveau akımının gücüne güç katmıştır.
İşte bu ekolün lideri Emille Galle ve ekole gönül veren Daum Kardeşler ve Rene Lalique'in eserlerini gözlemleme şansı bulacağınız muhteşem bir sergi bu.

Sergide flaşsız fotoğraf çekme şansınız var herhangi illegal bir duruma karışmadığımı belirtmek ister  :) bu harikaları kendi gözünüzden ölümsüzleştirme şansınız olduğunu vurgulamak isterim. Benden kişisel bir tavsiye eserleri incelerken önce uzaktan bir bakın sonra yakından ayrıntıları inceleyin sonra uzaktan yine bakın... Ayrıntıları incelerken "nasıl yapmış?" sorusuna kendinizi kaptırıyorsunuz bu yüzden bütünün güzelliğini kaçırma olasılığınız var uzaktan da gözlemlemek bu yüzden önemli... Eserleri gözlemlerken ışığın büyüsüne tekrar tekrar hayran olmamanıza imkan yok camın büyüsü ışıkla sizi gerçekten bambaşka yerlere götürecek... 
Sergiyi gezdikten sonra odalardan birinde yer alan Emille Galle videosunu izlemenizi şiddetle tavsiye ederim. "Ben mutluluğun emekçisiyim" diyen Galle'in iç dünyasını, çiçek tutkusunu ve yaşadığı dönemden nasıl etkilendiğini anlatan Zola'ya yazdığı mektubu dinleme şansınız olacak. Galle'in doğaya olan aşkını sanatla birleştirmesine tanık olacaksınız zaten kendisi de "benim köklerim ormanın derinliklerindedir." diyerek bunu açıkça ortaya koyuyor.
Bir fotoğraf aşığı olduğum doğrudur ancak yetenek konusunda çokta iyi değilim yine de sizinle beni en çok etkileyen eserlerden bazılarını paylaşmak istedim...

"Göl" takıntısına sahip bendeniz için kesinlikle en güzel eserdi.


Işığın büyüsü...





Sanki canlanacak gibi ...


Ruh halimin hala biraz karanlık olduğunun kanıtı mı yoksa eser gerçekten mi çok başarılı bilemiyorum ama bu sonbahar ağaçları beni benden aldı...



Bu güzel Galle eserine de benim Camilla De Gregorio tasarımı 2009 yapımı "Coming Soon" isimli momijim eşlik ediyor :)




Arkas Sanat Merkezi bu büyüleyici eserleri gözlemleme, yaşama şansını elde etmeniz için Pazartesi hariç hergün 10:00-  18:00, Perşembe 10:00-20:00 saatleri arasında açık. 27 Nisan'a kadar ücretsiz olarak sürecek olan bu sergiyi kesinlikle kaçırmayın! 27 Nisan'a daha çok var giderim nasıl olsa da demeyin kim bilir belki benim gibi aklınız sergi de kalır tekrar tekrar gitmez istersiniz...

Arkas Sanat Merkezi ve sergi hakkında daha ayrıntılı bilgi için:

http://www.arkassanatmerkezi.com

Facebook  / ArkasSanatMerkezi
Twitter      /  ArkasArtCenter
Instagram /   arkassanatmerkezi

19 Ocak 2014 Pazar

"AIDA" ... "İkinci kadına" sempati duyduğum bir aşk faciası...

Haberini aldığımda bile heyecanlandırmayı başaran "Aida" operasını 13 Ocak'ta biraz gecikmeli olarak izleme şansına eriştim :) Gitmeden önce söylediğim şey bütün temsili ifade etmeye yetiyordu aslında gerçekten büyüleyici bir geceydi...
Aida operasının yazılış hikayesi de bir o kadar ilginç aslında... 1869 yılında Süveyş Kanalının açılışı şerefine harika bir opera binası yaptırılır Mısır'a; bu opera binasının yaptırılmasında başrolde Mısır Valisi Hıdiv İsmail Paşa vardır. Opera binasının açılışı için Verdi'den bir opera yazması talep edilir ancak Verdi reddeder. Daha sonraki yıl Mısır'da ki kazılarda bulunan tabletlerde anlatılan bir aşk hikayesi ünlü bir fransız arkeolog tarafından Verdi'nin kulağına çalınır ve Verdi bu hikayeden çok etkilenir Hıdiv İsmail Paşa'nın da tam desteği ile sonunda Aida can bulur...Batılı bir arkeolog , batılı bir müzik dehası ve zengin bir doğulu bir araya gelip sınırsız, kısıtlamasız imkanlar sunulunca böyle bir eser çıkıyor işte ortaya... 142 yıldır sahnelenen bir opera!!!

Dünya Prömiyerini 24 Aralık 1871'de Kahire'de yapar bu büyüleyici opera... Ülkemizde ilk kez Ankara'da 26 Mart 1958'de temsil edilir... Ve İzmirimiz de 21 Aralık'ta; İzmir Devlet Opera ve Balesi sayesinde bu büyülü operaya tanık olma şansı yakalar...

4 perdeden oluşan bu eserde; önce "esaret altında bir aşk" a tanık olacaksınız , daha sonra kahramanlarımızdan birini savaşa uğurlayacak ve "zafer" le dönüşünü izlerken Aida'nın zor seçimi karşısında kalbiniz biraz sıkışacak, istemeden yapılan "ihanet ve sıla özlemi"ni de izledikten sonra aşıklarımızın "firavunun laneti"ne boyun eğişini izleyeceksiniz... Konuyu önceden bilerek izlemeye giderseniz kendinizi hikayeye kaptırmak daha kolay olacağından; Amneris'in asla sahip olamadığı hep ikinci kadın olarak kaldığı sevdiği adamı huzur çığlıklarıyla uğurlarken Aida ve Ramades'in birbirlerinin kollarında sonsuzluğa gidişlerine eşlik ederken siz de biraz gözyaşı akıtacaksınız ... Şahsen ben dayanamadım ağladım...
Hikayede Mısır'ın komutanı Ramades, esir Prenses Aida'ya aşıktır... Zaten operanın başında Ramades'in Aida'ya ithafen yaptığı lirik romansla daha başta kendinizden geçiyorsunuz...Aida'nın işi ise daha da zor kendisi vatan özlemi çeken Mısır'da esir tutulan bir Etiyopya Prensesi o da Ramades'e aşık ama Ramades'in savaşıp zafer kazanmak zorunda olduğu kişi de babası yani Aida düşmana aşık... Zaten Ramades'e "zaferle dön" diye haykırdıktan sonra kendini bu ikilemin içinde kaybedişi içinize işleyecek... Amneris ise Mısır firavununun kızı, Ramades'e aşık tam bir ikinci kadın sendromu yaşıyor , güçlü ama kıskançlık onu yiyip bitiriyor, sonlara doğru Amneris Ramades'in onun olması koşulu ile herşeye razı aslında ama Ramades ölümü göze alarak başkasının olmuyor... Ve acı son geldiğinde aslında Amneris'in de ne kadar içten sevdiğini anlıyoruz Ramades için duaya geldiği sırada... Tabi o sırada Ramades'in Aida ile birlikte ölüme gittiğini onların ölümde bile ayrılmadığını bilse o kadar içten "huzur" diler mi bilemiyorum :)
Ama Amneris'e sempatim var belki harika bir mezzo soprano canlandırdığı için, belki sesi beni benden alıp başka dünyalara çekmeyi başardığı için bilemiyorum Amneris can benim için yüklenmeyeceğim fazla :) Zaten kadın seslerinde hep bir mezzo soprano takıntım var benim Maria Callas'ın da aslında bir mezzo soprano olduğu gerçeğini unutmayarak :)

O geceye ait bazı detaylara gelirsek; sırf araya sıkıştırmak için söylüyorum temsil Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi'nde buluştu bizlerle... AASSM'nin kuşbakışı görünüşünün keman şeklinde olmasını sempatik bulsamda , salonun akustiğinin tüm avrupada sayılı olduğunu bilsemde tüm bunlar çok güzel artılar olsa da OPERA İÇİN SEVİMSİZ bir yer orası Elhamra'da ki sıcaklığı bulamıyorsunuz asla ... Ama İZDOB'ta haklı tabi AASSM'nin sahnesi bile küçük gelirken Elhamra'da imkanlar çok daha kısıtlı. Özellikle Aida izlerken de farkediyorsunuz çünkü araya harika bir beden şov giriyor bale sanatçılarımız tarafından sergilenen ve opera ile balenin bu muhteşem birleşimine tüyleriniz diken diken oluyor:  sahne biraz daha büyük olsa neler yapabilirler acaba diye düşünmekten alamıyorsunuz kendinizi... Benim için şovun takım yıldızı Amneris ve o harika dans şovdu ... Büyülediler gerçekten...

Avrupalı büyük besteci Verdi'nin, Afrika'nın gizemli dünyasına girip anlattığı bu eseri izlemek isterseniz elinizi çabuk tutun derim çünkü yer bulmak gerçekten zor... Bundan sonraki temsil tarihleri:

22 Şubat Cumartesi AASSM 20:00
30 Mayis Cumartesi AASSM 20:00

GUNCELLEME
Yeni Sezon Temsil Tarihleri :1 Ekim Carsamba AASSM 20:00
1 Kasim Cumartesi AASSM 20:00
8 Aralik Pazartesi AASSM 20:00




Bu büyülü dünyayı yaşamımızı sağlayan İZDOB sanatçılarının her birine sağ elim kalbimde kocaman bir "eyvallah" !!!!


10 Ocak 2014 Cuma

Önyargılardan kurtulmanın dayanılmaz hafifliği...

Önyargı denilen illete yaşamı boyunca sık sık teslim olmuş biriyim ben. Lafa gelince bilirim "önyargılarınızdan kurtulun" demeyi ama uygulama hep muamma. Elif Şafak/ Aşk'ı okuyana kadar Mevlana'da Şems'te önyargıydı benim için, evet güzel söylenmiş sözleri vardı ama iticiydi Mevlana her ortamda da söylemekten çekinmezdim. Şu asla yakalanmak istemediğim ama kendimi hep içinde bulduğum bilmeden konuşma sendromu işte... İslamiyetle bu kadar bağdaştırılıp ayrılamadığı için soğuktum bende aslında Mevlana'ya.

Bu yazıyı yazmanın zor olduğu hassas olduğu nokta tam olarak bu zaten. Türkiye'de malum din hassas konu; sorgulanamaz, açık açık "inanmıyorum" denemez... Birileri bir şekilde yavaş yavaş aşındıra aşındıra yıkmalı aslında bu duvarları. Ortaokuldaydım ben din olgusunu kendi çapımda sorgulamaya başladığımda sırf kimliğimde öyle yazıyor, bu topraklarda doğdum diye kalbimi, umutlarımı; anlamadığım bilmediğim bir olguya teslim etmeyi reddedişim lise dönemine dayanır , üniversite zamanlarında ise az çok oturmuştur kafamda bazı şeyler... Zaten sonra devletimin önünde  beni tanımlayan kimliğimde de boş bıraktırdım din hanesini ... Türk olmakla gurur duymak müslüman olmayı gerektirmiyordu çünkü!

Bazıları deist ya da ateist olmanın kolaya kaçmak, istediği gibi yaşamak olduğunu izlemine kapılıyor. Oysa kutsal denilen bütün kitapları okumak kendini bunlardan hiçbirine ait hissetmemek bu kitapları okurken kalp bütünlüğünü hissedememek çok zordur bir insan için. Rehber belleyeceğiniz bir kutsal kitap yoksa kendi ahlak kodlarınızı kendiniz oluşturmalısınız; okuyan,düşünen,sorgulayan,gözlemleyen biriyseniz zamanla bunu oluşturuyorsunuz  da zaten. Ama bir de bazı anlar var insan olarak çaresiz hissettiğimiz,sığınacak liman aradığımız anlar işte tam da o anlarda yakaracak kimsenizin olmadığını hissetmek gerçekten ağır yük... Yani kendini "deist" ya da "ateist" diye tanımlayanların yükü inananlardan çok daha ağır bence. Hoşgörü şart hoşgörü zaruri!!! Hepimizin empatiye ihtiyacı var. Zaten aslında etrafımızdaki herkes bizim gibi düşünen insanlardan oluşuyorsa ıssız bir adada sürekli kendi sesimizi duymaktan başka ne geçer elimize? Farklılıkları kucaklamak onlardan öğrenmek önemli olan... Klasik anlamda yani kutsal kitapların anlattığı anlamda tek bir yaratıcıya, kaderimi yazan, yaşadığım hayatın sonunda beni ödüllendirecek ya da cezalandıracak bir yaratıcıya inanmıyorum ben. Ama evrendeki herşeyin bir bütünün parçası olduğuna, herşeyin bir zamanı olduğuna ve yaptığımız en ufak bir hareketin bizlerde bütünün parçası olduğumuz için bütünü etkileyeceğine inanırım...

Kendi ahlak kodlarımı oluşturmaya çalıştığım zamanlarda, daha yolun başındayken huzuru müzikte arardım örneğin tam bir "Mercan Dede" hayranıydım onun müziği beni benden alırdı. Ancak benim için imzaladığı cdsinde "İlkyaz Dost'a Muhabbet İle" diye yazmasının nedenini anlamam şimdiye dayanır. Bir de bir huyum daha vardır uzaktan çok sevdiğim birini gördüğümde ya da teşekkür etmek istediğimde sağ elim kalbimde hafifçe eğilerek gülümserim. Nerede gördüm de yapmaya başladım hatırlamıyorum ama bana çok içten çok samimi çok gerçek gelir bu hareket, ergenlik yıllarımdan beri de kullanırım. Farketmeden hep kıyısında köşesinde durmuşum sufizmin bir o kadar yakın bir o kadar uzak... Ya da şimdi öyle görmek istiyorum o yüzden parçaları birleştiriyorum bilemem zaten ne fark ederki? Görmeye başlamaktır önemli olan...
Elif Şafak/ Aşk'ta göl ve nehir benzetmeleri yapmış insanların yaşayış biçimlerine, daha önsözde ... Kitabın kahramanı Ella tam bir göl sonra hayatına "aşk" değiyor... Ben doğuştan, yaratılıştan tam bir nehirim! Çoşkun akıntılarım barajlarda durulursa ben özümü kaybederim, ben olmaktan çıkarım. Toza, toprağa, taşa bulansamda arınmak için berraklaşmak için gürül gürül olmalıyım her daim. Karşıma setler çıktığında setleri yıkıp akmaya devam etmeliyim... Ama sürekli gürül gürül akan bir nehir olmaya da mecalim kalmayacak gün gelecek... Ben denizle, okyanusla buluşmalıyım duruma göre huzurlu sakin kafama esince asi, hırçın, dalgalı... İlla mecaza vuracaksak durumu doğuştan gürül gürül akan nehir, açık denizlerle buluşma arzusunda yani. Denize olan bu yolculuğumda da herkes gibi benimde rehbere ihtiyacım oluyor zaman zaman...

Dinlere inanmıyorum ben evet ama hep inandığım birşey vardı "aşk" ! Sadece insana duyulan, tensel temaslı aşk değil kastım. Doğaya aşık olmalı, sanata... Mikro ölçekte yakalamalı hayatın mucizelerini, hayatın kendisine aşık olmalı ki kimyamız hep değişsin, içimizdeki aşk heyecanı hiç bitmesin... Sufizm tam da bu noktada aldı beni kollarına işte! Evreni sevmek onunla bütünleşmek o algıya erişmek için sunduğu bütün kodlar... Hayatı "aşk" la yaşamak için gerekenleri anlatan bir rehber sufizm. Ben bilmeden kendi ahlak kodlarımı oluşturmaya çalışırken sufizme koşuyormuşum aslında... Daha o muhteşem deryadan tattığım sadece bir damla kana kana içmek istediğim bir derya sufizm... Varlıktan hiçliğe ulaşacak o yolculuğa çıkmak istiyorum...
Çünkü;
"Her duyguyu ve tutkuyu içinde eriten bir duygu aşk ve ancak aşkı hissettiğimiz anlar, yaşamın bilincinde olduğumuz anlar". Benim için tek bir yaratıcıya olan aşka ulaşmak söz konusu olmasa da evrenin kendisine aşık olabileceğim yanı başımda duran mucizelere daha dikkatli bakacağım ve kesinlikle daha büyük farkındalıklarla yaşayacağım kesin bundan sonra!!!

Bu seneki " hiç görmediğin bir yere git!" durağımda belli oldu Sufizm merakımla... Kulağımda Mercan Dede mümkünse Nar albümü Konya'yı ziyaret edeceğim...

Sağ elim kalbimdeyken selamlar...


Not: Tüm bu iç sorgulama ve iç dökmeden ibaret yazımı sonuna kadar okuduysanız teşekkür ederim. Şahsen başkası yazsaydı dayanıp okurmuydum bilemiyorum :) Bundan sonra bloğu günlük niyetine daha az kullanıp daha bilgilendirici şeyler yazmakta benim sözüm olsun :)

7 Ocak 2014 Salı

"Kelam beden oldu ve aramızda yaşadı" (Yuhanna 1/14)

İslam diniyle özdeşleşmiş Sufizmi anlatan bir kitaptan bahsetmek için İncil'den bir başlık kullanmam çok mu iddialı oldu? Bence hayır! Çünkü Elif Şafak'tan Aşk'ı okurken kitabın her sözü söz olmaktan çıktı vücut buldu, beni dürterek kalbimin uyanmasını sağladı...

Bu kitapla yolculuğum bir yerde 14. Kuralı duymamla başladı aslında... 14. Kural der ki; " Bırak hayat sana rağmen değil seninle beraber aksın. Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme! Nereden biliyorsun hayatının altının üstünden daha iyi olmayacağını?" ... Öyle bir zamanda duydum ki ben bu kuralı tamda hayatımda hiçbir şeyin istediğim gibi gitmediğini düşündüğüm, depresyonla boğuştuğum anda. Sonra merak ettim 14. kuralsa bu diğerleri nedir acaba ? Kişisel gelişimle ilgili kurallar bütünüyse harika ihtiyacım olan rehber dedim... Bir ne göreyim meğerse burun kıvırdığım okumayı sırf popüler olduğu için reddettiğim, kapağına göre içini değerlendirdiğim bir kitaba aitmiş bu kurallar... Elif Şafak/Aşk !!! 
Sıradan bir okur olmama rağmen ne yazık ki saçma bir okuyucu kibrim var benim... En çok satanlar listesine elimi sürmem okumam o kitap çok satıyorsa popüler kültür ürünüdür çerezdir geçicidir... Ne büyük hata!!! Balzac, Jane Austen, Dostoyevski, Shakespeare seve seve okunurken onları okumak bir ayrıcalıkken onlarında popüler olduğunu nasıl es geçerde bu önyargılara sahip olurum??? Elif Şafak ve Aşk hakkındaki önyargılarımı yıkıp bir an önce bu kuralların anlatıldığı deryaya dalmak istedim sonunda... 
Edebi olarak değerlendirmek asla haddim değil dedim ya sıradan bir okurum ben sadece... Benim fikrime göre diye başlayabilirşm ama yine de söze... Mükemmel kurgu, o kadar farklı zaman dilimlerinde o kadar ortak payda yakalamak şahane bir akıl ve çok akıcı bir dil ... Ama anlamadığım birşey var bu kitap nasıl en çok satatnlar listesine girdi? Ciddi anlamda okuma kültürü olmayan vakit geçirmek için çerez gibi kitap okumuş insanlar için anlaması, algılanması, etkilenmesi zor bir kitap bu... Sanırım burada yayınevinin muhteşem pazarlama ve reklam algısı giriyor devreye adı "Aşk" olan bir kitabı şeker pembesi yap insanlarda sıradan bir aşk romanı zannedip alsın :) Sanırım bir kitabı kapağına göre değerlendirme hatasına düşen bir tek ben değilim yayınevinin reklam ve pazarlama bölümü adına "dahiyane" bir çalışma diyebiliriz tabi :) Ama eminim "Aşk" bazı evlerde yarım bırakılmış, rafı dolduran bir renk olarak vitrin görevi görüyordur. Yine haddimi aştım ukala ukala ukala konuştum olan oldu söz ağızdan çıktı bir kere :)
Edebi değeri, popülaritesi bir yana benim hayatımda çok farklı kapıları açtı bu kitap hem de mükemmel zamanlamasıyla... Bende yarattığı manevi dürtü, uyanış, kalp çarpıntısının ayrıntıları bir başka yazıya kalsın biraz daha araştırma yapmam gerek :) 
Elif Şafak ve Aşk 2014'te yaşayan 27 yaşında, hayata ve mutluluğa dair sorgulamaları olan Ateist diye tabir edilip bazı yerlerde taşlanabilecek birine Şems ve Mevlana'nın aslında Sufizm'in ona ne anlam ifade ettiğini merak ettirdi ... Ve iç huzuru yakalamak için yeni kapılar araladı.
Kendini sorgulamaya hazır bu uğurda derin bir yolculuğa çıkmak isteyenlere yeni yeni kapılar aralayacagi için kesin önerimdir bu kitap! Tabi benim gibi önyargılarla okumayı bu kadar ertelediyseniz :)
Not: Bu kitapla bu kadar çabuk buluşmamı sağlayan Gamze Ceylan Mumcu'ya sonsuz teşekkürler... Diğer kitapları için talanıma hazırlıklı olması dileğimle :)

4 Ocak 2014 Cumartesi

2014'te bir şeyler değişir mi ?

Her yeni senede dileklerimi görselleştirdiğim bir panom var benim... O yıldan ne istiyorsam onun resimlerini o panoya yapıştırır bir sene boyunca umutla beklerim... O kadar inanırım ki o panonun gücüne çoğu da gerçekleşir, en azından bugüne kadar hayal kırıklığına uğratmadı beni :) Bir iki şey dışında bunlardan biri de blog yazmak... 3 senedir "hep bir blog tut kimin okuduğunun önemi yok kendin için yap bunu " diyerek blog yazma kararı alıp bir türlü vakit ayırıp oturup yazmıyorum... Sanırım ertelediğim üzerine düşmediğin ya da yazarsam istediğim gibi olmayacağından korktuğum ya da senelerdir yazmayı bıraktığım için yeniden başlama cesareti bulamadığım bir durumdu... Tüm öğrenim hayatım boyunca kompozisyon yazmak deyince akan sular dururdu oysaki bende anlatacak yazacak o kadar çok şeyim olurdu ki fikirlerimi kağıda dökmeye bayılırdım; becermesi benim için ızdırap olan şimdi üstesinden fazlasıyla gelmiş olsam da zamanında çile çektiren ingilizce derslerimde buna dahil... Bana bir konu söyleyin sayfalarca yazayım isterdim hep... O yüzdendir göl kenarındaki evimde kitap yazma hayalim o yüzdendir hayatımın yegane amacı tek bir kitap yazmak... Bu kadar zaman neden ertelediğim belli herşey hakkında az biraz bilgisi olan fikri olan biriyim ben ve cehalet hep korkutmuştur beni ; birşeyi çok bilmeden biliyormuş gibi konuşanlardan çekinmişimdir hep sanırım onlardan birine dönüşmek istemedim...

Hala hiçbirşeyi çok iyi bilmiyorum, 27 yaşında biri olduğum gerçeğini de unutmazsak öyle kayda değer paylaşabileceğim tecrübelerimde yok :) Eee o zaman ne değiştide ben blog karalamaya karar verdim ? Sanırım şu değişti gerçekten kimin okuduğu umrumda olmadan sadece sesimi paylaşmak istiyorum aslında sadece içimi döküp rahatlamak istiyorum bu dünyadan evrene yollanan kalıcı bir ses olmak istiyorum ( hayır hayır ölümsüzlük kompleksim yok :) ya da ??? ) Neyi sevdiysem; hangi konserden,kitaptan,fotoğraftan,tablodan ya da filmden etkilendiysem onlar hakkında birşeyler karalamak istiyorum...
İleride bunama tehlikesine karşılık bir güvenlik önlemi de denebilir buna :) Ne de olsa bence hayat nefesimizi kesen bizi etkileyen anlardan ibaret ... 
İşte böyle bir narsizmle çıktım ben bu yola... Kendimi kandırırım yine yarıda bırakırım diye de sizlerle paylaşmaya karar verdim ki caymayayım :)

Sevgiyle kalın ... Yok çok klasik oldu başka bir veda cümlesi bulmalı ... Bir ara onu da düşünürüm artık :)