10 Kasım 2014 Pazartesi

Hermann Hesse / Siddhartha



der ki bir yerinde " ... bir taştır, belli bir zaman sonra toprak olacak belki, topraktan da bitki olarak boy verecek ya da bir hayvana, bir insana dönüşecek. / Bu taş taştır, aynı zamanda hayvandır, aynı zamanda Tanrı'dır..." Uzatmayayım yani yazarımız diyor ki taşı evrenim bir bütünün parçası ve sonsuz donüşümün olmazsa olmazı olduğundan ötürü severim!!!! İşte bu felsefe bu inançla vurdu beni Siddharta... Herhangi bir dine mensup değilim ama evrendeki herşeyin bir biri ile iletişim içinde olduğuna ve aslında herşeyin bir olduğuna inanıyorum... Kötü olmazsa iyinin olmayacağını da biliyorum... Evrendeki herşey var olması gerektiği için var aslında ...

SONUÇ OLARAK bu kitap yine harika bir manevi yolculuk kitabı hatta içimden gerçek bir yolculukla birleştirip Olympos'ta tekrar okumak geçmedi değil Benim değerlendirmeme göre okumazsanız eksik kalırsınız dediklerimden ... Bir ırmağın kıyısında bululşmak üzere ...

Franz Kafka / Dönüşüm





3 gün boyunca benimle beraber gezdi #Dönüşüm ... Yeni çıkan tapeler, Kanlı Nigar müzikali derken başlayamamıştım bir türlü ama dün bir çırpıda okudum yine yeniden...
Bazı sorınların ne kadar kökleşmiş olduğunu aradan yıllar geçse de değiştiremediklerimizi gözümüze sokam bir eser bu ... Birey olmanın ne kadar güzel olduğunu anımsattı bana aslında geçen gpn facebookta da paylaştığım "Osho"nun birey olmak hakkında ki harika yazısı geldi aklıma tekrardan ... Dönüşüm; aile kuramının birey olma şansımızı nasış baskıladığını harika bir betimleme ile vurgulayan çarpıcı bir öykü .... Aslında çevirmen Ahmet Cemal kitabın son sözünde çok güzel açıklamış bu durumu başka kimseye de söz bırakmamış... Demiş ki :
Birey olmasını başaranlara düşman kesilen son toplumlar ve bu toplumların en güçlü temeli olan, çocuklarının hep iyiliğini, gerçekte ise sürekli köleliğini isteyen son aile yapıları yeryüzünden silinene değin, Kafka'nın Dönüşüm'ü geçerliliğini ve güncelliğini koruyacaktır...

Bu harika eserin vesilesi ile her türlü zor şart altında dahi "birey" olmamı destekleyen fikirlerime benliğime saygı gösteren aileme bana bu şansı verdikleri için teşekkür ediyorum ....

Gündüz Vassaf / Cehenneme Övgü




Kendime gelir gelmez yeni bir kitap yorumu da hemen arkasından geliyor #CehennemeÖvgü ;totaliterizmin aslında gündelik hayatta kendi kendimize dayattıklarımızla var olduğunu, çok çarpıcı sorgulamalara sürükleyerek yüzümüze çarpan bir kitap... Kitabın altını çizmekten ilerleyemedim, içinde barındırdığı benzetmelerin bu kadar güzel sorgulatmaya yöneltmesi muazzam... #GündüzVassaf aldığı psikoloji eğitiminin hakkını fazlasıyla veriyor... Hayatın içinde koşuştururken hiç düşünmediğimiz gerçeklerin olduğunu biraz düşünmek isteyenlere kesin önerimdir Ortaokul yıllarımdan beri kovalıyordu beni bu kitap okumam lazım diye diye peşimde dolanıyordu sürekli, geç oldu ama çok güzel oldu Kütüphanemden sürekli kaybolan 21 kere satın aldığım ama hala evde bulamadığım canım kitabım "Şeytanın Fısıldadıkları" kesinlikle Cehenneme Övgü'den etkilenerek yazılmış buna da emin oldum böylece... Gündüz Vassaf'la tanışmak pek keyifli idi sonuç olarak; Cennetin Dibine geçmeden önce farklı yolculuklarla Vassaf kalemine biraz ara veriyorum... Kitabın beni en çok etkileyen saptamalarından biri ile veda edeyim sizlere :

"Şunu satın almak, bunu başarmak,yeni bir deneyimden geçmek gibi hedeflerimiz var. Hedef ve amaçlarımız yüzünden hayatı yaşamak yerine tüketiyoruz. Hayatla yekvücut değiliz artık.Hayatlarını belirli sabit amaçlara indirgeyenler, hayatla yekvücut olmadan onun yüzeyine tutunma çabasındadırlar."

Hermann Hesse / Narziss ve Goldmund




#HermannHesse ile çıktığım bir yolculuğun daha sonuna geldim #NarzissVeGoldmund 'ta "varlığın" anlamını arayan ama bunu iki ayrı uç noktada bulmaya çalışan 2 dostun hikayesine şahit oluyoruz... Ancak kitabımızın büyük bir kısmında Narziss'i düşünsel dünyasında bırakıp Goldmund'la minik hazlar ama genel felaketler ile dolu bir serüvene çıkıyoruz... Ne de olsa yaşamak için hep cenneti seçsekte insanoğlu olarak izlemek için hep cehennemi seçiyoruz Yazarımızda bunun farkına varıp Goldmund'u açlıkla, veba ile, yalnızlık ve ölümle sınıyor... Narziss kendini kitaplarıyla düşünsel olarak geliştirirken; Goldmund hayatın en haz dolu anlarını ve en acı anlarını bizzat yaşayarak deneyimliyor ve sonunda gerçek bir sanatçı oluyor... İşte tüm bu deneyimlerden sonra kahramanlarınızın tekrar karşılaştıkları zaman sanat üzerine, tanrı üzerine, yaşam üzerine yaptıkları sohbetler bu kitabı güzel kılıyor... Hesse garantili yazarlardan benim için hiç bir hayalkırıklığı yaşatmıyor zaten... Özellikle sanat felsefesine ilginiz varsa mutlaka okuyunuz efendim...

Atatürk / Lord Kinross




Ve gözümden akan yaşlarla bitti kitabım... CB seçiminin olduğu gün başladım bu kitaba önceden "o gün" okumak için almıştım çıkacak sonuçtan sonra içime doğan karanlığı ancak ATAmın aydınlatacağı bilinciyle... Okuyabildiğim kadar yavaş okudum hep içimde olsun ATA'm onun gözlerini kapadığı sayfalara olabildiğince geç geleceyim diye ve az önce bitti ... Kendimi bildim bileli çevremdeki her ters bakışa inat hep "benim bir tane kutsal kitabım var o da NUTUK" dedim ben. Üstüne yemin edecek kadar onurlu olan kitap oydu benim için Lord Kinross'ta ATATÜRK'ün biyografisini yazarken Nutuk'tan oldukça alıntılama yapmış zaten... Özellikle İnkılap Tarihi okurken ne kadar ezberci bir anlatım olduğunu ve lisedeyken üniversitedeyken ne kadar sıkıcı geldiğini duydum hep arkadaşlarımdan. (Ben şanlıydum harika bir hocam vardı.) Atatürk'ün topraklarımız için gösterdiği kahramanlık olağan üstüdür evet ama ona ATATÜRK adını veren esas devrimlerdir ve ne yazık ki hala bu devrimlerin iyice benimsenip öğretildiği bir eğitim sistemimiz yok... Diyeceğim şudur ki okuyun bu kitabı okutun lütfen bir ingiliz asilinin kaleminden gözlemleyin o muhteşem adamı hatta bence okullarda önerilsin okutulsun bu kitap ... Yazdığı herşey doğrudur demiyorum bakın ama ATA'yı anlamak için çokta güzel bir başlangıçtır bu kitap... Belki de Türkiye Cumhuriyeti 91 yıllık tarihinde ilk defa bu kadar ihtiyaç duyuyor ATATÜRK'ü yeniden anlamaya ona sarılmaya onun ışığına bu yüzden okuyun lütfen ... Gençliğe hitabenin okullarda asılı olan kısmını hepimiz biliyoruz bir de çok bilinmeyen kısmıyla noktalıyorum bu paylaşımımı da GEZi'nin güzel çocuklarını hatırlayarak...

"Türk genci, inkılapların ve rejimin sahibi ve bekçisidir.(...) Bunları zayıf düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir hareket duydu mu; bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, adliyesi vardır, ordusu vardır demeyecektir. Hem müdahale edecek; elle, taşla,topla ve silahla nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır. POLİS GELECEKTİR, ASIL SUÇLULARI BIRAKIP SUÇLU DİYE ONU YAKALAYACAKTIR. Yine "Polis henüz inkılap ve Cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek fakat asla yalvarmayacaktır.(...)"





Yusuf Atılgan / Aylak Adam




Bundan aylarrrr önce internetteki testlerden birine gitmişti elim "Hangi roman kahramanısınız?" olunca konusu eli mahkum çözüverdimSonuç #AylakAdam çıkmıştı ... Kitabı okumak anca kısmet oldu Testin bu sonucu ve kitap arasındaki bağlantı henüz yüzleşmeye cesaret edemeyeceğim yansımalarla dolu o yüzden bu konuyu bırakarak sadece kitaba yöneliyorum B. ve C. arasındaki olsılıklar ve olasılıksızlıklar arasında sürüklenip giderken ben, anti kahraman C.'nin hikayesi bitireverdi... Gerçek aşkı amaç edinmiş her adam kutsaldır bu yüzden "anti"de olsa kahramandır gözümde... Değişik anlatımıyla beni kendine çekiveren bu kitabın sonunda "yaşanmamış hayatlar"ın en kötüsü olduğu bir kez daha kanıtlanıyor gözümde ... #YusufAtılgan 'ın zekasıyla beni büyülediği muhteşem "psikolojik tanı"yı ise kitaptan alıntı ile paylaşıyorum sizlerle...

"Bütün çağların trajedisi bu Ku-ya-ra 'Kumda Yatma Hastalığı' A-da-ko 'Ağaç dalı kompleksi'. Şimdi kumda yattığım için kuyara diyorum daha da genişletilebilir. Kuyara, alışılmış tatların sürüp gitmesindeki rahatlıktır.Düşünmeden uyuyuvermek.Biteviye geçen günlerin kolaylığı.Ya adako?Ağaç dalındaki,gövdeden ayrılma eğilimini fark ettin mi bilmem?Hep öteye uzar.Gövdenin toprağa kök salmış rahatlığından kaçıştır bu.Özgürlüğe susamışlıktır.Buna ben 'ağaç dalı konsepti' diyorum.Genç hastalığıdır....Ağaç dalı kompleksine tutulmuş kişi tedirgindir.İnsanların ağaç dallarını budayıp gövdeye yaklaştırdıkları gibi,yakınları onun içindeki bu Adakoyu da budarlar.Onu gövdeden ayırmamak için ellerinden geleni yaparlar.Kimi insana ne yapılsa yararı olmaz.Asi daldır o; ayrılır, balta işlemez ona!"

İşte böyle keyifli bir yolculuk Aylak Adam, sizi derin düşüncelere umarsızca savuran ..
.

Halil Cibran / Ermiş




Bazı kitaplar ve bazı dehalar var onlar hakkında kelam etmeye gelince şaşırdığım... #HalilCibran ve #Ermiş buna örnektir efendim... "Hazırım gitmeye, arzum yelkenlerini fora etmiş, rüzgarı beklemekte. Bu durgun havada son bir soluk daha alıp, son bir kez daha bakacağım arkama sevgiyle" modundayken ben; Orphalese halkından biri oldum bir cumartesi günü bir Ermiş değdi gönlüme ... Evlilik ve çocuklar üzerine söylediği her sözle kendime yakın hissettim Ermiş'i önce, sonra kitap boyunca sağ üst köşede gördüğünüz yazarın kendisine ait olan resmin adında da olduğu gibi "The Thinker" oldum çıktım sayfalar ilerlerken... Kiliseden afaroz edilmiş Cibran yaşarken oysa ki din üzerine kaleminden dökülen aforizmalar şahane... Düşündüren; 20.yy 'ın en büyük filozofu ünvanını hak ettiren bir aforizma kitabı Ermiş hippiler peygamberleri ilan etmemişler kendisi boş yere Elvis Presley'nin bile ölmeden önce son okuduğu yazarmış diye rivayet ediliyor Cibran için... Lübnan doğumlu biri kendisi hayatının çoğunu Amerika'da bir bölümünü resim öğrenimi için Paris'te geçirmiş ama bence ruhu kesinlikle doğulu !!! Bu mistisizmin başka bir açıklaması olamaz Büyük adamlardan kendisi kanımca; ressamlığı gönlüme değmemişsede, kelimelerinin hakkını da yedirtmem kimseye...
Hastası olduğum canım dizim Criminal Minds'ta kendisinden alıntı yapmadan geçmedi tabiki 2. Sezon 3. Bölümde der ki; "Istırap en güçlülerin ruhunu ortaya çıkarır. En büyük karakterler kurumuş yaralarla doludur"

                        




28 Nisan 2014 Pazartesi

Sezon yaklaşırken huzur isteyenlere duyurulur!!! MARMARİS BAHANE AKYAKA, SELİMİYE, BOZBURUN ŞAHANE!!!

Minik bir haftasonu kaçamağına çıktım ben :) gördüğüm yerler için tek bir cümle sevgili Bülent Ortaçgil'den alıntılayarak "içim kıpır kıpır deniz kıpırtısız"... Hedef Marmaris'ti bizim için konaklamayı orada yapacaktık ama dedim ya boşverin Marmaris'in gürültüsünü barlar sokağının keşmekeşini sizi bambaşka yerlere davet ediyorum... 


Marmaris'e varmadan Gökova Seyir Tepesinde şahane manzarayı seyrettikten sonra dümdüz gitmeyin sakın Akyaka'ya inmeden olmaz! Çok değerli mimarınız Nail Çakırhan tarzı ahşap evlerin güzelliğinin tadını çıkarın hatta bence abartın onun yaratttıığı Yücelen Oteli'nde konaklayın ve yaşamın tadını varın... Bu otelin içinden meşhur Azmak nehri geçer ve siz kurbağa sesleriyle tatlı ve huzurlu dinlenme anları yaşarsınız... Nazım Hikmet'in cezaevi arkadaşı olan mimarımızın; ruhunun, sanatının güzelliğine tanık olun... Eğer yazın sıcağında gittiyseniz Çınar Plajında denize girmeyi ihmal etmeyin dağlardan inen buz gibi suyla beslenen bu plajda serinleme molası vermek gibisi yok ben ayağımı bile sokmam su sıcaklığı 25'in altındaysa ben yokum o ayrı :) "Sakin şehir" ünvanına sahip bu güzel beldeyi görmek orasının huzuruna varmak içinde fazla vaktiniz olmayabilir ne yazık ki benden söylemesi ... Orada çok karışık işler dönmeye başlamış bile TOKİ 'nin miğde bulandırıcı betonarme binaları oraya da sızma peşinde; satılan dönümlerce zeytinlik, değişen şehir ve kat planları umut vaad etmiyor... Ancak Akyaka yaşayan insanlar göz önüne alındığında da farklı bir yer kültür düzeyi çok yüksek direneceklerdir umudundayım...




Akyaka'dan sonra Marmaris geliyor ben diyorum ki dümdüz geçin orayı boşverin merkezini huzurun kollarına doğru dümdüz devam edin Marmaris'e girmeden ... Selimiye tarafına doğru dümdüz ilerken karşınıza çıkacak güzelliklerin tadını çıkarmayı unutmayın...


Ve evet gördüğünüz yer Kız Kumu... Kıyıdan başlayıp denizin 650metre içine kadar sokulan yaklaşık 1metre eninde denizin ortasındaki yürünecek yol... Ve o yolum hemen dibi 20metre derinliğinde deniz... Muhteşem bir doğa harikası...Hakkında bir sürü efsane yaratılmış ancak en geçerlisi şudur ki: "3000 yıl önce Baybassas Kentinin kralı düşmanlarıyla giriştiği savaşı kaybeder. Kenti ele geçiren düşmanlar kralı ve halkını öldürür. Krallığın güzelliği ile meşhur prensesi düşmanlardan kaçmaya çalışır. Deniz kıyısına kadar ulaşır ancak yüzme bilmiyordur, gerçekleşen mucize sonucu eteğine dolduğu kumları denize serptikçe deniz üstünde yol oluşmaya başlar, ancak havanın karanlık olması sebebiyle yolunu kaybeden Prenses eteğindeki kumlar da bitince boğularak ölür" ... İşte Musa'nın denizi ikiye ayırmasına taş çıkaracak ama sonu kötü biten bir hikayesi var bu güzide yerin....



İlerlemeye devam ettiniz ve Selimiye' ye vardınız... Marmaris sınırları içindeki burnun en uç balıkçı köyüne hoşgeldiniz demek isterdim ama işler orada da değişiyor ne yazık ki... 


Ulaşımı çok zor olduğu için yıllarca doğallığını ve bakirliğini korumayı başarmış burası ancak malum yol yapımı çok popüler olan üllkemizde buraya da ulaşmak yapılan yollar sayesinde kolaylaşmış... İyi mi olmuş? HAYIR!!! Doğası muhteşem ötesi arkanız bağ, bahçe , tarla ve muhteşem dağlar önünüz berrak bir deniz. Ancak ne yazık ki keşfedilmesi ile beraber yozlaşmaya da başlamış o güzelim butik otellerin bazılarının gecelik konaklaması 400TL. Özel teknelerin yanaştığı minik bir köy olmuş Selimiye ama bu durum bölgenin değerini arttırınca bozulmalarda başlamış. Artık büyükşehire bağlandığı ve köy statüsünü kaybettiği için de ne yazık ki saçma sapan betonarme yapılaşma da başlamış... Selimiye'nin güzelliğinin tadını çıkarmak için çok zamanınız yok 4/5 sene içinde mahvolacak korkarım, zaman kaybetmeden mutlaka gidin görün... Doğanın, huzurun tadını çıkarın... Konaklamasanızda Sardunya Restaurant'ta keyifli bir kahvaltı ya da akşam yemeği yemeyi ihmal etmeyin sonrasında da Keçi Peynirli Losta tatlısı ile mutlaka ağzını tatlandırın...







Yola devam ederken kesinlikle konaklayın diyeceğim son durağımız çıkacak karşınıza Bozburun...


 Burası muhteşem bir sahil kasabası. Sadece çekildiği yere bayıldığım için izlediğim "Haven" adında bir yabancı dizi var i Bozburuna'a geldiğimde yine anladım ki uzaklara gitmeye gerek yok "Haven" da izlerken hayalini kurduğum kasaba, tamda burada cennet vatanımda! Selimiye gibi tarla, bahçe bakirliği yok ancak yapılaşmada sizi rahatsız edecek birşey de yok. Denizine temiz demek yetersiz "pür-i pak"  en uygun kelime :) Sonsuz bir dinginlik ve huzur vaad ediyor Bozburun... Bence tüm bu yerleri dinlerken Bülent Ortaçgil iyi gider ama en çok burada iyi gider; kendisi içinde özel bir yer zaten burası...




Tüm bu yazıyı okuduysanız bavulunuzu toplayıp yola çıkmadan önce , bu güzel yerleri anlamak için benden çok daha ustaca bir dil kullanmış birinden dinlemek üzere sizi böyle alayım :
https://www.youtube.com/watch?v=vml0hjlZX-4



Huzurlu günler....

5 Mart 2014 Çarşamba

"SANATSIZ KALAN BİR MİLLETİN HAYAT DAMARLARINDAN BİRİ KOPMUŞ DEMEKTİR"

TÜSAK ne biliyor musunuz ? Akp'nin çıkarmayı planladığı yeni yasa tasarısı... Açılımı da Türkiye Sanat Kurumu !!!

Sanatın özgürleşmesinin önemini uzun uzun anlatmama gerek yok sanırım. Devletin: hele böyle kültürü karman çorman olmuş, yozlaşmaya yüz tutmuş bir ülkedeki devletin, en önemli görevidir sanatı özgür kılıp desteklemek! Akp'de bu değerler altından satmaya ve kabul ettirmeye çalışıyor bu yasayı hem de aslında içeriği tam tersi olmasına rağmen!!!
Eğer bu yasa geçerse 6 tane opera,bale,senfoni orkestrası ve 24 tane devlet tiyatrosu kapatılacak!!!! Özellikle belirtmek isterim bu güzelim kurumların ülkemizde 70 yıllık bir tarihi var ve sadece bağlı bulundukları illlerde değil gezici olarakta çevre illere sanatı taşıyorlar... İzmir'de ki opera ve balenin sıkı takipçisiyim hiçbir temsili kaçırmamaya gayret ediyorum ve ukalalık olsun diye değil ama Avrupa'nın opera ve bale de en ünlü ülkelerinde temsil izleme şansı da bulduğum için rahatlıkla söyleyebilirim; Türkiye Devlet Opera ve Bale 'leleri kesinlikle kısıtlı imkanlarını da göz önüne alırsak dünya standartlarının çok üstünde temsiller sergiliyorlar. Kısıtlı imkanlar demişken ... Bu yasa geçerse bu kurumlar sadece kapatılmakla kalmayacak eğer bu kurumların kapatılmasından sonra işsiz kalan sanatçılar toplanıp "biz eser sergilemek istiyoruz" derlerse bu eserin içeriğini ve bütçesini , içinde sanattan anlayan bir kişinin bile bulunmadığı 11 kisilik bir kurula onaylatmak zorunda kalacaklar... Kurul konuyu eseri beğenmezse asla sergilenemeyecek. Hadi bir şekilde beğendiler diyelim o zaman da sadece bütçenin %50si tahsis edilecek!!! Bilenler bilir; İzmir'de , Ankara'da bu temsillerde biletler ilk günde tükenir salonlar neredeyse her temsilde tam kapasite dolu olur. Bu mutluluk veren bir tablo olsa da , sadece satılan biletlerden gelen girdi ile bu büyük temsiller asla varolamaz... 2 saatte izlediğimiz hayran kaldığımız bir opera temsilinin hazırlığı aylar alır... Kostümü, orkestrası, solistleri, dansçıları, yönetmeni sayısız provalardan geçerek uzun saatler süren emeklerle hazırlarlar o 2 saati... Takdir edersiniz ki bu büyük bir bütçe demektir devlet desteği olmadan yaşayamayacak bir sanattan bahsediyoruz yani ... 

Ya sen ne diyorsun gündemde neler oluyor bir sanatimız eksikti demezsiniz bana diye umut ediyorum... Yasama, yürütme ve yargının anlamsızlaştığı biçim değişirdiği günümüzde sanatın ne denli önemli olduğunu anlatmak için tek bir kelime kullanacağım sizlere "RÖNESANS" ... Bilime, ahlaka, ilerlemeye yön veren temeldir sanat !!! Atamız ne demişti "SANATSIZ KALAN BİR MİLLETİN HAYAT DAMARLARINDAN BİRİ KOPMUŞ DEMEKTİR" işte bizi hayata bağlayan hayatla aramızdaki bağı devamlı canlı tutan şah damarımıza ne olur sahip çıkalım TÜSAK'a HAYIR diyelim....

Internet uzerinden acilan imza kampanyasina destek vermek icin :
http://www.change.org/tr/kampanyalar/t-c-ba%C5%9Fbakanlik-devlet-tiyatrolari-devlet-opera-ve-balesi-kapatilamaz-t%C3%BCsak-yasa-tasarisini-geri-%C3%A7ek-sanata-evet?utm_source=share_petition&utm_medium=facebook&utm_campaign=share_facebook_mobile&recruiter=9487733



Izmir'li okuyanlar icin :
AKP iktidarının, Devlet Opera, Bale, Koro ve Tiyatro Kurumlarını kapatmasıyla ilgili; TÜSAK yasa tasarısını protesto etmek, basın bildirisi okumak, demokratik tepkimizi göstermek için, yarın, 6 Mart 2014 Perşembe günü, saat 12.30'da, İZDOB Elhamra Sahnesi (Konak) önünde toplanıyoruz.



Sanat
ışığının hiç sönmediği , günlere ...

10 Şubat 2014 Pazartesi

MANÇALI ŞÖVALYE..."Ulaşılmaz yıldızlara ulaşmak..."

İZDOB yine bir şahaseri izlememiz için ayağımıza kadar getirdi... Mançalı Şövalye... Ben tabi ki izlemek için ve sizlere anlatmak için yine çok geç kaldım ama tadı damağında kalan bir temsildi her zaman ki gibi.
                                                         ( Coming Soon benimle her yere gelmeye kararlı )

Mançalı Şövalye bir Don Kişot uyarlaması gibi gözükse de aslında Miguel Cervantes'in yani yazarımızın hayatına ışık tutuyor. 1966 yılında " En İyi Müzikal" ve Joe Dorian'a "En İyi Söz Yazarı" dallarında Tony Ödülü de kazandırmış olan eser benim de üzerinde durmak istediğim "The Impossible Dream" adlı şarkısı ile aynı zamanda Songwriter's Hall of Fame'den "Çağdaş Klasikler Ödülü"nü aldı. Yapıta hakim olan tamamen bir İspanyol havası var daha müzikalin başında harika dans şovla zaten ispanyol havasına siz de giriyorsunuz. Eserin bestecisi en çok İspanyol Müziği havası ile 17. Yüzyıl havasını birleştirmekte zorlandığını özellikle belirtmiş. Ancak Yale Mezunu olduğu için esktra sempati duyduğum besteci Mitch Leigh eserde yarattığı harikalarla ödüllleri hakkıyla almış diyebiliriz.

                                                               (Son 2 gösteri kaldı hemen belirteyim )




"Dulcinea" isimli şarkının da hakkını yemek istemem ama bu zamana kadar Frank Snatra ve Elvis Presley'den dinlediğim "The Impossible Dream" Mançalı Şövalye'yi izledikten sonra "en"lerim arasına giren şarkı oldu. Hayatta iki şeyden çok etkileniyorum elimde değil biri iyi edebiyat öbürü de iyi müzik; işte bu şarkı edebiyat ve müziğin harika birleşimiyle tüylerimi diken diken edip gözyaşlarıma hakim olamamamı sağlayarak "budur!" çığlığı attırdı bana. Ne abarttı yahu neymiş bu şarkı bu kadar diyenleri şöyle alalım :) ( http://www.youtube.com/watch?v=LgzXwpePTTU
Şarkının büyüleyici edebi değeri içinse sözler şöyle:

To dream the impossible dream
İmkansız rüyayı düşlemek
To fight the unbeatable foe
Yenilmez olan rakibe karşı kavga etmek
To bear with unbearable sorrow
Dayanılmaz üzüntüye katlanmak
To run where the brave dare not go
Kahramanların gitmeye cesaret edemediği yerlere koşmak

To right the un-rightable wrong
Düzeltilmez yanlışı düzeltmek
To be better far than you are
Uzakta olan saf ve iffetli olanı sevmek
To try when your arms are too weary
Kolların çok güçsüzken bile denemek
To reach the unreachable star
Ulaşılmamış yıldızlara ulaşmak için

This is my quest, to follow that star
Bu yıldızı takip etmek benim görevim
No matter how hopeless,
Ne kadar umutsuz olsa da,
No matter how far
Ne kadar uzak olsa da,
To fight for the right
Doğru için savaşmak
Without question or pause
Hiç durmadan ve soru sormadan
To be willing to march into hell, for a heavenly cause
İlahi bir neden için, cehenneme atılmaya istekli olmak

And I know if I'll only be true, to this glorious quest
Biliyorum ki bu zafer dolu arayışa karşı sadece dürüst olursam
That my heart will be peaceful and calm
Kalbim huzurlu ve sakin olacak
When I'm laid to my rest
Son uykuma yattığımda

And the world would be better for this
Ve dünya böylece daha güzel olacak
That one man scorned and covered with scars
Küçümsenmiş ve yara izleri ile kaplı bir adam
Still strove with his last ounce of courage
Hala son cesaret kırıntısıyla mücadele edecek
To reach the unreachable star
Ulaşılmamış olan yıldıza ulaşmak için



İşte bu "ulaşılamamış olan yıldızlara ulaşma" macerasını anlatanharika müzikal böyle etkiledi beni. Beni etkilemesinin tek nedeni tabi ki bu harika şarkı değil aynı zamanda gençliğimin beni en çok etkileyen kitaplarından Don Kişot'u konu alması tabiki :) Don Kişot hakkında fikri olmayan yoktur sanırım ama yine de tek bir cümle ile anlatmam gerekirse ...Beyni şövalye romanları okumaktan sulanmış bir delinin öyküsü gibi gelse de bazılarına bence; bağlılığın, ödev duygusunun ve gerçek inancın kahramanıdır Mançalı Mahsun Yüzlü Şövalye. Hayatın gerçekleri ideallerine zıt düşünce gözlerinden şüphe edip, ideallerinden ödün vermeyecek kadar yürekli ve cesur bir kahraman o benim gözümde. Ve Don Kişotla alay edenler aslında alay edilenin kendileri olduğunun farkında bile değillerdir bence. Bu kadar tutkuyla savunmam Don Kişot'u haddim olmayarak kendime benzetmemden aslında ... Bende hayatın tüm gerçeklerine rağmen herşeye rağmen pembe rüyalarına tutunmaya çalışan bir yıldızlara ulaşma yolcusu oldum çünkü hep :) 
Tarih boyunca; balelere,müzikallere,operalara,resimlere,romanlara ve şiirlere konu olmuş bu hayali kahramanın müzikalini kaçırmadan izleyin mutlaka diyorum...Biletlerin ışık hızında tükendiğini belirterek... Gelecek temsiller:

30 Nisan Çarşamba 20:00 Elhamra Sahnesi
01 Mayıs Perşembe 20:00 Elhamra Sahnesi
 

Ve yazımın sonunda Nazım Hikmet'in  Don Kişot adlı şiirine yer vermek istiyorum... Ulaşılmaz yıldızlara ulaşacağınıza inandığınız günleriniz olsun...


Don Kişot

Ölümsüz gençliğin şövalyesi,
ellisinde uyup yüreğinde çarpan aklına
bir temmuz sabahı fethine çıktı
güzelin, doğrunun ve haklının:
Önünde mağrur, aptal devleriyle dünya,
altında mahzun ve kahraman Rosinant'ı.

Bilirim, hele bir düşmeye gör hasretin halisine,
hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek,
yolu yok, Don Kişot'um benim, yolu yok,

yel değirmenleriyle dövüşülecek.

Haklısın, elbette senin Dulsineya'ndır dünyanın en güzel kadını,
elbette sen haykıracaksın bunu

bezirganların suratına,

ve alaşağı edecekler seni

bir temiz pataklayacaklar seni.

Fakat sen, yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun,
sen, bir alev gibi yanmakta devam edeceksin

ağır, demir kabuğunun içinde

ve Dulsineya bir kat daha güzelleşecek


Nazım Hikmet Ran


                                                           (Claude Monet - Yel Değirmenleri)

5 Şubat 2014 Çarşamba

"Geleceğe Gerçekçi Bakış..."

Geleceğe, önümüzdeki mekanik yüzyılı hayal ederek bakmak bana hep çok sıkıcı ve ürkütücü gelmiştir. Star Wars vb filmlere ilgisizliğim hep bundan. Bilim kurgu deyince E.T. derim ben duygusallığa, insan olmaya yaptığı vurguyla. Dr. Michio Kaku'dan Geleceğin Fiziği'ni okumak bu yüzden zordu benim için. Üniversitedeyken sevmediğim ama sınavı olduğu için çalışmak zorunda olduğum bir ders gibi :) Ama aynı o "ders" gibi bu  kitap da ufkumu inanılmaz açtı...


                             Dr. Michio Kaku, halka bilimi sevdirmeye çalışan Japon asıllı ABD'li bir kuramsal fizikçi


Geleceği; tarihçilerden, sosyologlardan, bilim-kurgu yazarlarından değil bizzat bilimle uğraşan bir bilimadamının gözünden görmek, gerçekçiliği ile vurdu beni. "The Big Bang Theory" izleyenleri teorik fizikçi kavramına aşinadır. Sosyal ortamdaki iticiliği ile meşhur olsa da bize kendini sevdiren Sheldon Cooper'ın aksine yazarımız Michio Kaku'nun sosyal etkileri göze alış biçimi gerçekten güzel. Kitabı okurken gelişmesi kesin gözüyle baktığı teknolojilerin; turizm, eğitim gibi alanlara nasıl etkisi olacağını çok güzel örnekliyor.

                   Her fırsatta bilgeliği vurgulayan bu kitabı bilgeliğin sembolü "baykuş" larla süsledim :)


Kitabımız 9 ana bölümden oluşuyor:
1) Bilgisayarın Geleceği: Bilgisayarların gözümüze taktığımız lenslere dönüşeceği teorisyle ilgi çekici buldum bu bölümü. Gözünüze taktığınız lenslerle intenete bağlandığınızı hayal edin... Kendi gözünüzden sanal ve gerçekliği aynı anda bir arada görüyorsunuz. Bu teknolojinin eğitim, turizm gibi alanlar da yapacağı etkiyi Michio Kaku'nun yardımıyla hayal etmek size kalmış :) Ezberci eğitimin son bulması demek olan bu devrim şahane olurdu!!!

2) Yapay Zekanın Geleceği: Yapay zekanın eninde sonunda insanlardan üstün hale geleceğine inanıyor yazarımız ama bunun önümüzdeki 100 yıl içinde olmasına imkansız gözüyle bakıyor. Robotların dünyayı ele geçirdiği "Terminatör" , "Matrix" gibi filmlerden örneklendirerek yaptığı anlatımda yapay zekanın ille de kötü olamayabileceğini de belirtiyor. Tamamen dost canlısı ve kesinlikle insanlara zarar vermeyecek şekilde geliştirmek mümkün bu teknolojiyi diyor ancak teknolojinin gelişmesi için gelen kaynağın %85'inin askeri kaynaklardan geldiğini belirterek ne kadar kötü bir paradoks oolduğuna da vurgu yapıyor...



3) Tıbbın Geleceği: Bu bölüm gerçekten çok aydınlatıcı kolanlamadan nanoteknolojiye kadar herşey sağlık için kullanılabilinir. Bu bölümün açıklamasında ki bakış açısını Michio Kaku'nun da kitapta yer verdiği bir alıntı ile anlatmak isterim... 
"Hayatın doğası ölümlülük değil, ölümsüzlüktür. DNA ölümsüz bir moleküldür. Bu molekül muhtemelen ilk kez 3,5 milyar yıl önce ortaya çıktı. Bu tek molekül kopyalanarak bugüne ulaştı. Günden güne kuvvetten düştüğümüz doğrudur ama bunu değiştirecek yeteneği geleceğe taşımanın yolları var. Önce yaşam süremizi 2 ya da 3 katına çıkaracağız. Ve belki; beyni yeterince iyi öğrenebilirsek, bedenimizi ve beynimizi sonsuza kadar yaşatacağız. Ve bunun doğaya aykırı bir işlem olduğunu düşünmüyorum." William Haseltine

4) Nano Teknoloji: Nano teknolojinin hayatınızın her alanına etkisi gerçekten inanılmaz boyutlarda. Ama bu teknolojinin zirveye ulaşması durumunda "sahip olma" kavramının değersizleşebileceğimi parasal sıkıntı olmadan herkesin herşeye sahip olabileceğini ve bunun sıradan hale geleceğini hayal edin desem :) Nano teknolojinin 2. Sanayi devrimini getirmesinin ardından zengin fakir ayrımını ortadan kaldıracak bir çığır açacağını savunuyor Kaku.  

5) Enerjinin Geleceği: Tarihçilerin tarihi dönemlere ayırırken büyük sosyal olaylara göre çağ belirlediğini, fizikçilerin ise insanlığın enerji kaynaklarına göre tarihi değerlendirdiğini belirtiyor Kaku. Günümüzde olduğu gibi geleceğin de en büyük sıkıntısı enerji. Bu konudaki bilimsel gelişmelerden yola çıkarak öne sürdüğü tespitler hem çok güzel hem de yatırım amaçlı harika ufuklar açıyor kitabın her bölümü gibi ...

6) Uzayda Yolculuğun Geleceği: Meraklısına bu bölümde de çok güzel bilgiler var. Eninde sonunda başka yaşam formlarıyla tanışacağımıza inanıyor yazar. Ama George Clooney hayranlığıma rağmen "Gravity" i bile izlememiş olan benim için çekici değildi :)







 
7) Sermayenin Geleceği:   Feodalizm==>Kapitalizm==>Tembelizm şemasına bakınca bana ne dersiniz :)? Peki yazarımız emtia kapitaliziminden entellektüel kapitalizime geçiş olacağına inanıyor, bu kadar optimist desem :) Kitabın en sevdiğim bölümü işte bu. Hayatı boyunca uluslararası ilişkiler üzerine okuyup teoriler üretmiş biri olarak sermayenin geleceğine dair öngörülerini paylaştığı bu bölüme bayıldım :) Bu bölüm özellikle "hangi iş koluna yönelsem?" Diye kara kara düşünenler için de çare... Kitapta artık var olmayacak mesleklere ve hiç değer kaybetmeyecek mesleklere de yer verilmiş... Hangi meslekten olursanız olun "geleceğin anahtarı bilgelik" mottosunu savunan yazar bir Athena tapanı olan bendenize  "bana bunlarla gel Kaku?!" dedirtti. :)

8) İnsanlığın Geleceği: Kitabın kilit noktası  olan bu bölümde "insanlık kavramamızın tüm bu gelişmelerden nasıl etkileceğine değinmiş. Yaşadığınız gündeki bakış açımızın, davranışlarımızın ve dünyayı görüş algımızın geleceğin nasıl olacağını belirleyeceğini belirtmiş... Bugün ne yaparsak yarın o olacak!

9) 2100'deki Yaşamdan Bir Gün: Yazar burada bir hikaye kahramanının 2100 yılında ki günlük hayatından kesitler sunuyor. Bu sayede gerçekleşecek tüm teknolojik gelişmelerin bire bir günlük hayatımıza nasıl etki edeceğini görme şansınız oluyor...

"Geleceğin Fiziği" işte böyle bir kitap. Kişisel gelişim, dünya algısı ve hayal kurma yeteneğini aynı anda barındıran "değerli"lerden...  Kitabın girişinde yer verilen cümleyle bitirelim bizde bu güzel kitabın yazısını...

"Geleceğin imparatorlukları, zihnin imparatorlukları olacaktır."
Winston Churchill

Geleceği etkileyecek bugünümüzden selamlar....

1 Şubat 2014 Cumartesi

Mitoloji bağlamında 1 Heykel ; 1 Resim

"Göl" takıntımı bilen sevgili hocam Emet Gürel, bir gölün ortasına yapıldığını düşündüğümüz harika bir heykeli paylaştı benimle... O heykel ki beni araştırma yapmaya ve sonunda bu yazıyı yazmaya sevk etti :) Bir gölde sandığımız muhteşem heykelin aslında dünyanın en güzel sarayı Cesarta Sarayı'nın bir parçası olduğu da çıktı ortaya... Saray, heykel ve muhteşem resim hakkında bilgi vermeden önce bu heykele ve resime ilham kaynağı olan mitolojik karakterlerimiz Artemis ve Aktaion hakkında biraz bilgi edinmekte fayda var...


Artemis (Diana/Phoebe) : Zeus ile Leto'nun kızı; vahşi doğa, avcılık ve ay tanrıçası. Efsanesi Anadolu'da yani Efes'te değişime uğramış ve bereket tanrıçası olarak anılmaya başlanmıştır. Artemis'in bakireliğini kaybedip hamile kalan kadınları okla vurduğu söylentisine rağmen "bereket" tanrıçası olarak ünlenmesi ironiktir ancak bu Efes'teki Artemis Tapınağı'nın dünya harikaları arasında yer aldığı gerçeğini değiştirmiyor. Hem de o muhteşem tamamı mermerden yapılan tapınaktan geriye sadece sutunlar kalmış olsa da...


Kişisel not: Dünyanın bildiği uğruna heykeller , resimler yapılan Artemis'in heykeline sahipken İzmir neden Artemis ile markalaşmaz anlamış değilim...


Aktaion : Thebialı bir avcı. Çok iyi bir avcı olduğu için kibrine yenik düşüp kendini Artemis'ten bile üstün görür Aktaion. Ve bir gün 50 tane av köpeğiyle birlikte dolaşırken ormandaki derede Artemis'i çıplak olarak görmeye cürret eder. Artemis bu saygısızlığı kabul edemez ve Aktaion'u geyiğe çevirir. Geyiğe çevrilen Aktaion kendi köpekleri tarafından parçalanarak öldürülür.




Gelelim beni bu hikayeyi araştırmaya iten muhteşem heykele...






Heykeli kimin yaptığına dair ne yazık ki kesin bir sonuca ulaşamadım... Ama heykelide içinde barındıran muhteşem Caserta Sarayı kesinlikle "ölmeden önce görmezsem gözüm açık gider" listesinde... Dünya Miras Listesi kapsamında yer alan Caserta, 18.YY'ın en büyük sarayı olarak biliniyor. Yapımına 1752 yılında başlanmış hiç bir zaman planlandığı şekline ulaşamamış ancak 1780 yılında büyük ölçüde şimdiki halini almış.
Bizi kibrin zararlarına karşı uyaran bir hikayeyi temsil eden bir heykelin bu kadar ihtişamlı ve görkemli bir sarayda olması da ayrı bir ironi kanımca :) "Star Wars Episode I - II" ve "Mission Imposible III" filmlerine set olarak ev sahipliği yapan saray "her daim sanat benden sorulur " çığlığı ile gidemezsem ölürüm dedirtiyor bana :)

Bu meşhur Akaion geyik olmadan önce acaba neye benziyordu diye merak eden varsa eğer; sizleri bu muhteşem resime davet ediyorum...


 
   Francesco Albani (1578–1660) "Actéon métamorphosé en cerf" Diana and Actaeon -Musée du Louvre


Actaion'un tanrıça Artemis'i gördüğü anı betimleyen bu resim, mitoloji konusunu resmedişiyle ünlü italyan ressam Albani Francesco'ya ait. Resmin orjinali bir sürü şahaser gibi "Louvre Müzesi"nde. Hikayeyi bilince ışığı yansıtması, kibri yansıtması ile tablo gerçekten nefes kesiyor...

Bana niye "italyancayı yarım bıraktın diye üzülüyorsun ?" ya da direk "neden italyanca?" diye soranlara da selam olsun... Bütün güzellikler orada işte!!! İtalyancaya devam etme hayallerim bir süre daha beklemede kalsın ben kendimi bu arada daha çok mitoloji öğrenerek geliştimek niyetindeyim :) 

Güzelliklerle dolu günler...

25 Ocak 2014 Cumartesi

1 Kitap 1 Film... Hayatımıza değen sihirin farkında olmak!!!


Hepimizin başına gelir kaybolmuş gibi hissederiz, anlamsızlaşır hayatımız; işte bu dönemlerde ben hep hayatın sıradanlığından  biraz sıyrılmak için kitaplara başvururum... Yol hikayelerine takıntılıyımdır; yolun nereye çıkacağından çok yolculuğun kendisinin değerli olduğunun bilincindeyimdir de genelde... Bu yüzdendir belki Oz Büyücüsü takıntım Dorothy'nin kırmızı ayakkabılarından ilham alışım ve senelerce her güne "Somewhere Over The Rainbow" şarkısıyla başlayışım...




Yine böyle sıkıntılı bir dönemdeyim işte kendimi kitaplarla, operalarla, sergilerle  meşgul etmeye çalışıyorum okuyacağım kitap bitince sinirleniyorum yeni bir tane bulma telaşı sarıyor her yanımı... Tam da bu anda çoooook daha önce okuduğum bir kitabı yeniden okuma zamanı geldi... Simyacı'yı yeniden okumaya karar verdim... Bambaşka bakış açılarıyla yeniden okudum, yeniden aydınlandım...
Yazınsal olarak beni çok etkileyen bir kitap değil Simyacı hele senelerdir okuma alışkanlığım sayesinde kendimi biraz da olsa bu konuda geliştirmişken ama belki de zamanlama çok çok doğru olduğu için mesaj açısından harikalar yaratan kitaptı benim için yine yeniden "herşeyin bir zamanı var" algısı çaldı kapımı yani :) Kitapta delikanlı karakterimiz Santiago "hazinesi"nin peşine düşüyor malum kendi "kişisel menkıbemiz" in peşine düşmenin önemini vurgulayarak. 

Bu yolculuk hikayesinde kahramanımız amacına ulaşmadan önce 4 büyük engelle karşılaşıyor :

1) Çocukken çok gelişmiş bir hayal gücümüz vardır ama zamanla toplumdan etkilenir kalıpların içine sığmaya çalışırız çünkü hayallerimizin komik uçuk olduğu gerçekleşmesinin imkansız olduğu söylenir bize durmadan... İşte kahramanınızın karşılaştığı ilk engelde bu! Önce kalıplarını yıkıp hayallerinin peşinden gitme kararını alıyor.

2) Yolculuğu sırasında aşık oluyor! Aşk nasıl olurda hayatta engel olur nasıl olurda  kötü birşey gibi algılanır demeyin... Hepimiz zaman zaman sevdiklerimizi ve sevenlerimizi üzmemek incitmemek için kendimizden ödünler vermiyor muyuz? Bizi geride tutsada kim olduğumuzu gölgelesede zaman zaman aşk uğruna kendi özümüzü oluşturan değerlerden vazgeçiyoruz... Oysa gerçek aşk bizi geliştirmeli , olabileceğimiz en iyi yere gelmek için bizi cesaretlendirmeli, parlamamıza izin vermeli... Santiago her ne kadar aklı kalacak olsa da gerçek aşkı bulmayı başarmış biri olarak onun kişisel menkıbesini yaşamasını isteyen kadını bir süreliğine geride bırakıp yoluna devam etme kararı alıyor 2. engelini de böylece aşmış bulunuyor...

3) Tüm bu yol hikayesi boyunca kahramanımız bir sürü yenilgi yaşıyor, evet  pes etmiyor ama bu yenilgiler içinde, hep bir şüphe hep bir "ya yeniden yenilgiye uğrarsam" endişesi yaratıyor... İşte kahramanımızın burada geçmiş yenilgilerinin korkusunu geleceğe yansıtmaması gerektiğini öğreniyor.Tam bir "it's now or never" algısı yerleştiriyor içinize...


4) Ve son engeli kendi içinde yaşadığı bir çelişki... Tüm yolculuk boyunca çektiği acıları düşünüyor "kişisel menkıbesi"nin peşinde koşmayan sıradan insanlar bu acıları yaşamıyor ben niye bunları çektim düşüncesi... Sonra yolculuğun ona kattıklarını düşünüyor kalbinin huzur bulması için amacına ulaşması gerektiğinin bilinciyle bu sorgulamasını da başarıyla tamamlıyor...


İşte böyle güzel böyle umut verici bu kadar anlamlı bir iç yolculuğa çıkartıyor Simyacı bizleri...
Son zamanlarda sufizme olan ilgim malum... Kitabı ilk okuduğumda zaten fark etmeme imkan yoktu ancak sufizmle biraz biraz haşır neşir olmaya başlayan benim için bile Paulo Coelho'nun Mesnevi'den etkilendiğini söylemek zor değil... İncil ve Tevrattan açık açık alıntılar yapsa da kitabın ana kaynağı kesinlikle mesnevi zaten benden önce farkına varan  bir sürü insan yazaramızı bu konuda sıkıştırmış açık açık kendisine sormuşlar kendisi Mesnevi'yi okuduğunu kabul etse de genel de yorumlara sessiz kalmayı tercih etmiş... Simyacı'yı yeniden okumaya karar verdiğimde bu bağlantıyı bilmiyordum okudukça şaşırarak keşfettiğim bir gerçekti ama diyorum ya bu aralar hayatımdaki zamanlamalar hep böyle manidar Sufizm çektikçe çekiyor beni :)

Kitapla ilgili araştırmaya değer bulduğum bir iki detay daha var...
Öncelikle hikayenin dönüm noktalarından  Santiago'nun rüzgara dönüşme anı vahdet-i vücud kavramını akla getiriyor ister istemez... Evrenle bir olma, evrenin dilini konuşma... Panteizm anlayışını çok güzel betimleyen bir kurgu var tam burada...
(Panteizm: Tümtanrıcılık, doğatanrıcılık "Tanrı herşey, herşey tanrı" olarak tanımlanabilir.)

2. Ayrıntıysa benim okuduğum Özdemir İnce çevirisi ile de bağlantılı olabilir. Daha hikayenin başında karşımıza çıkan "mektup" kelimesi kahranımızın kendine sürekli hatırlattığı; hani anlamak için arap olması gerektiğine inanılan kelime :) "Mektup" kelimesinin aslında "yazgı" anlamına geldiğini anlamak için arap olmak gerekmese bile arap diline hakim olmak gerek gerçekten çünkü arapçada "mektup" -yazmak- fiilinin edilgen hali "yazılan" anlamına geliyor.Bu kelimeye kitabı bu okuyuşumda taktığım için araştırıp bu sonuca ulaştım :)
Kimileri "new age" saçmalığı olarak görse de "eğer tüm benliğinle birşeyi istersen tüm evren sana onu vermek için işbirliği yapar" savunmasıyla bu kitap düştüğüm karanlık kuyularda bana ışık tutarak aydınlatmayı ve yeniden umut vermeyi başardı ... 


 



Gelelim film önerime... Simyacı'nın Mesnevi'den yola çıkarak yazıldığını iddia etmek ne kadar doğruysa bu filminde Simyacı'dan etkilendiğini söylemek bir o kadar doğru bence... Yol hikayelerinin hastasıyım demiştim Interstate 60 'da  adından da belli olacağı üzere bir yol hikayesi... Simyacı'da ki herşeye cevabı olan Urim ve Tummim taşları filmimizde yerini "Magic 8 Ball" a bırakıyor... Hikaye benzerlikleri sadece bu ayrıntıda değil  hayatın anlamını arayan Derviş gibi , hazinesini arayan ve işaretlere inanan Santiago gibi filmin kahramanı Neil'de sorularının cevabını almak için işaretlerin rehberliğinde yollara düşüyor. Doğumgününde bir dilek dileyen ve hayatıyla ilgili soruya cevap isteyen Neil'ın dileği gerçek oluyor ve kendini aslında varolmayan bir otobanda buluyor ve cevapları kovalamaya başlıyor... 2002 yapımı bu filmi ilk izlediğiniz de kaç yaşında olduğunuz önemli belki ama ben ilk izlediğimde 17 yaşında kafasında ne olmak ne yapmak istediği ile ilgili milyonlarca soru olan bir genç kızdım :) Yine hiç beklemediğim zamanda öylesine karşıma çıkan bu filmin bende etkisi inanılmazdır yaklaşık 10 senedir sene de bir gün aralık ayında mutlaka yeniden ve yeniden izlerim her seferinde bana umut ve mutluluk aşılar...





Film boyunca olmayanlara ya da olabileceklere değil olanların güzelliğine takılıyorsunuz yine muhteşem "it's now or never" algısı ile :) Neil hayatı ile ilgili cevapları aradığı bu yolda bir yandan da gerçek ve tek aşkına kavuşma umudu da besliyor ve yine aşkı ve seçmesi gereken yol arasında kalıyor Simyacı ile benzerlikleri bu kadar aşikar yani şimdi senarist kalkıp bana "ne alakası var?" demesin üzerim :) Aslında bütün film aynı Simyacı gibi tamamen mesaj vermek üzerine çekilmiş ancak bu mesajları alırken hiçte sıkılmıyorsunuz... Filmin yönetmeninden, oyuncularından,çekimlerin kalitesinden ve "back to the future" bağlantısından bilerek bahsetmiyorum merak ederseniz araştırırsınız zaten benim derdim burada hikayenin muhteşemliği ve anlatım üslubu :).

 


       (Kupa 6 ---- Maca 5)

Bu filmin hikayesinin bizi sürüklediği noktalara gelirsek:

1) Herkes kendi mucizesini bulmalı

2) Hiç birşey tesadüf değildir sonsuz evrende imkansızın kaçınılmaz olduğu bir yer mutlaka 
 vardır.

3) Hayattan ne istediğimize (dilediğimize) gerçekten dikkat etmeliyiz.

4) Eğer sen bir cevabı tüm kalbinle arıyorsan evren sana bu cevabı kendi tarzıyla ipuçları ile verecektir. Yeter ki algıların açık olsun işaretleri görmeyi bil.


             (Baş ucumda duran "siyah 8" in nedenidir bu film...)


Bir kitap bir film demiştim... Kendinizi kötü hissettiğiniz, amacınızdan saptığınızı düşündüğünüz, yaşadığınız hayatın kalbinizi tatmin etmediğini düşündüğünüz zamanlarda "acil yardım kolu" niyetine okuyun, izleyin derim ben... Umarım bende yarattığı hissi sizlerde de yaratır ve hayatınıza değen sihirlere daha sıkı tutunmanıza yardımcı olur...


Iyi yolculuklar ... !!!