28 Şubat 2018 Çarşamba

Nörobilim Ve Müzik Üzerine ...


Hiç başınıza geldi mi? İçinizi titreten bir konserde tüylerinizin diken diken olduğunu fark ettiniz mi hiç? Eğer cevabınız "evet" ise nörobilimcilerin ilgi alanına giriyorsunuz sizi daha iyi anlamak için çalışmalar yapılıyor...
Harward Üniversitesi'nde nörobilim üzeirine çalışmalar yürüten Matthew Sachs tam da bu durumu takmış kafasına ve başlamış araştırmalara...Bu duyguyu yaşayan ve yaşamayan insanlar arasındaki beyin tarama sonuçlarını karşılaştırmış veeee sonuç şaşırtıcı!!!
Eğer "tüyleri diken diken" olma deneyimi yaşayanlardansanız işitme korteksiniz ve duyguların üretim alanlarını bağlayan lif hacimleriniz daha yoğun. Bu da sizin "iletişim gücünüz"ün bu duyguyu hissetmeyenlere oranla çok çok daha yüksek olduğu anlamına geliyor. Aynı zamanda yaşadığınız tüm duyguları,aşk,heyecan,öfke ne olursa olsun çok daha yoğun yaşıyorsunuz. Bu durum sizi depresyona daha meyilli yapsa da ilacınız yine notalarda çünkü müziği terapi olarak kullanma şansınız da doğuyor... Bu bilginin farkında bile olmadan kullandığım bu yöntemi ise gözüm kapalı öneririm.
Henüz bu duyguyu yaşayıp yaşamadığınızı bilmeyenlerdenseniz test etmek için işte çalışmada kullanılan bazı eserler:
🎵Liebestod (Triston&Isolde) ➡ Wagner (daha başlar başlamaz bende etkisini gösterdi)
🎵Strawberry Swing ➡ Coldplay
🎵Bag Raiders ➡ Shooting Stars
🎵Blue Devild ➡ çeşitli davul şovları
Yaşasın sanatı takıntı haline getiren bilim insanları 😊✌

25 Şubat 2018 Pazar

Mozart Ve Deyyuslar / Anthony Burgess

Öncelikle hemen belirteyim,klasik müziğe ilginiz yoksa bu kitap size birşey ifade etmeyecektir. Benim gibi amatör bir klasik müzik severseniz başucunuzda bir klasik müzik terimleri sözlüğü size iyi gelebilir. Ancak "sözlük falan da uğraşamam ama ben operaya aşığım" diyorsanız bu kitabı sakın esgeçmeyin!
Anthony Burgess kendini "yazar" olarak tanımlamadan önce bestecilikte dahil bir sürü mesleki kimliğe sahipti. Hatta tam da bu kitapta şöyle diyor: "Sanat kariyerime kendi kendimi yetiştirmiş bir besteci olarak başladım ama kabiliyet eksikliğinden ve söylemek istediğim şeyleri müzikle söyleyemediğimi fark ettiğim için neredeyse orta yaşlarda,ifade imkanları daha çok bir zanaatı icra etmeye başladım...Kendime koyduğum standartları büyük yazarlardan ziyade büyük bestecilere borçluyum." Yazarımızın besteci ve yazar kimliği çatışmasının heyecanını ve keyfini kendisini Anthony ve Burgess diye 2'ye ayırdığı bölümlerde zevkle deneyimliyoruz zaten.
Ancak kitabın en başından beri kazanan belliydi... Yazarın hayalinde katmanlara ayrılan cennette tanrıya en yakın katmanda sadece bestecilere yer vardı,tanrıyı görme imkanı olan sadece onlardı. Araya karışan bir iki edebiyatçının ise orada olmalarını sağlayan tek şey müziğe duydukları hayranlıktı. Ölümünün 200. yılına ithafen kaleme alınan kitabımızın asıl kahramanı Mozart ise ortalarda yoktu. Kendisi "tanrının ayrıcalıklısı" olarak sürekli tanrıyla takılıyor onunla vakit geçiriyordu biz de onu göremiyorduk :)
Otomatik Portakal'dan sonra Beethoven'ı cennette diğerleri ile birlikte tutmasına ben de şaşırdım elbet. Ancak benim de dinlerken hissettiğim Beethoven'ın en insani özelliği, duyguları başka kimsenin yapamayacağı şekilde harekete geçirmesi iken Mozart akılüstü bir şekilde sistemi ve mükemmeliyeti yaşatır. Benim için deha üstüdür Mozart kusursuzdur! Belki de yazarımız tam da böyle düşündüğü ve kusursuzluğu bir tek tanrıya yakıştırdığı için Tanrı'nın tam yanında yer vermiştir kendisine...
Kitabın orjinal adının "Mozart And The Wolf Gang" olduğunu belirtmeden Burgess zekasını belirtmeden duramam elbet. Ama çevirmen Aslı Biçen'in ya da editör Ruken Kızıler'in midir bilemem ama bu kitabı "Amadeus" göndermesiyle "Mozart ve Deyyuslar" olarak çevirmek ayakta alkışlatan çok şık bir hareket!
Sadece kendimi kaybedercesine keyifle okumadım bu kitabı,okurken yaptığım araştırmalar sayesinde bir o kadar da öğrendim keyfime keyif kattım. Yazarımızın "müziği edebiyata çevirmeyi" denediği bu kitabı özümserken aslında müziğin Babil Kulesi'ni nasıl da inşaa ettiğini düşünmeden duramadım bende...

24 Şubat 2018 Cumartesi

Otomatik Portakal / Anthony Burgess


"Tanrı ne ister? Tanrı iyilik mi ister yoksa iyi olma seçeneği mi? Kötülüğü seçen bir insan,kendisine iyilik dayatılmış bir insandan bazı açılardan daha üstün olabilir mi?"
İşte karşınızda o büyük "özgür irade" sorunu... Şeytanın,babasına kızmasına aralarının açılmasına sebep olan,insanlara değerini asla bilmesede verilen o büyük hediye!
 Anthony Burgess sizi rahatsız ede ede işliyor bu konuyu Otomatik Portakal'da. Doğasına işlemiş bir şiddet var Alex'te,şiddetten haz duyma. Ama okurken dedim ki bir de müzik aşkı var iyi müzik aşkı... Alex'in iyiye evrilmesinin umudu olacağını düşündüğüm bu özelliğin onun işkencesi olacağını aklıma bile getirmeden çevirdim sayfaları. Ve en çokta Alex,Beethoven'a 9. Senfoniye kavuştuğunda mutluluk hissetmem rahatsız etti beni. Alex için sevinemezdim sonuçta!!! Zira bu 9. Senfonide gerçekten ilahi birşeyler var sanırım. Geçmişte hem Sovyet Rusya hem Hitler şimdi de Avrupa Birliği tarafından kullanılmasını sağlayan ilahi birşey...
Kitap bittikten sonra kendimi Stanley Kubrick'in kübik zekasına bıraktım tabiki... Ki bence kübizm ve Otomatik Portakal filmi başlı başına harika bir tez konusu! Kubrikc'in gözlerinden kitabın içine girmek gerçekten şahane bir deneyimdi. Ama serde iyimserlik var kitabın finalini tercih ettim umuda tutanarak...
Cezalandırma sistemlerini çokça tartıştığımız bu günlerde çok iyi bir sorgulama kitabı Otomatik Portakal... Özgür iradeyi yaşamdan,iyiden yana kullanacağımız günlerin ümidi ile...

22 Şubat 2018 Perşembe

Büyük Efes Sanat Günleri 2018

Büyük Efes Sanat Günleri sanat galerilerini,sanatçı ve sanat aktörlerini bir araya getiren harika bir sergi ile kapılarını açıyor...
Sadece Efes Sanat Günlerine özel,Prof. Mehmet Kavukçu'nun "Evrensel Devinim" isimli eserinin yanısıra Belkis Başpınar'ın "Modern Art Kilims" serisini gözlemleme şansınızda olacak...
Ama hayır bitmedi!!!
Tüm bunların yanısıra, toplam 8 galeri ve sanat merkezinden yaklaşık 63 sanatçının 80 civarında eseri de hayran kalmanız için sizleri bekliyor...
23-25 Şubat tarihleri arasında Swiss Otel Büyük Efes İzmir 'de !!! KAÇIRMAYIN!!!




20 Şubat 2018 Salı

Veba / Albert Camus

Elimdeki kitap 1972 yılında basıldığı ve annemin pek değerli kütüphanesinden çıkıp benim kucağıma düştüğü için nostalji köşemde  fotoğraflandı... Keşke içinde anlatılanlarda "nostalji" olsaydı insanlık için ...
Canım Camus, sağolsun umudu toz zerrecikleri ile serpiştiriyor kitaplarına ara ki bulasın! 2.Dünya Savaşı'nın ardında bıraktığı ortamı düşününce onu anlamakta çok zor değil aslında...
Bu kitabı isterseniz gerçek bir Veba günlüğü olarak okuyun, isterseniz Fransızların Hitler ordularını "Kara Veba" olarak adlandırdığının bilinci ile bir faşizm direnişi olarak isterseniz Veba'yı tüm kötülüklerin metaforu olarak düşünüp öyle okuyun nereden bakarsanız bakın insan olmanın derinliklerine tanıklık edeceksiniz...
Hayatı sorgulamaya babasını sorgulamakla başlayan,tanık olduğu tüm vahşete rağmen hümanizden asla vazgeçmeyen herkesi kucaklayabilen Tarrou ile tanışacaksınız...Camus'nun tüm alaycılığı ile kahraman ilan ettiği Grand ile tanışıp en küçük uğraşın bile yaşamı değiştirebileceğini düşüneceksiniz...Tek başına mutlu olmanın utanılacak birşey olduğunu keşfeden Rambert ile huzur bulacaksınız...Ama en önemlisi yenilginin sonunun gelmeyeceğini bile bile,tüm inançsızlığına rağmen savaşan erdemin gücünü göreceksiniz Dr. Rieux'da...

Hepimiz vebalıyız sonuçta! "İnsanların uykusunun,vebalıların canından daha kutsal" olmadığını fark edin yeter!!!
....

....
Ve zihin bu sıçrar Nazım'a,

"Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu."

16 Şubat 2018 Cuma

Fi / Çi / Pi

Söz konusu Fi,Çi,Pi olunca o kadar kişisel o kadar en yerin yerlerime dokunuyor ki mevzu nasıl anlatsam bilmiyorum... Bu kitabı anlatmak; ki bu üçleme aslında tek bir kitap olduğundan kendilerinden hep tekil bahsedilecektir, içinde bulunduğum kör kuyuları anlatmak bu kitabı anlatmak yolda oluşumu anlatmak kadar kişisel... Ben "kişisel menkıbe" gerçeğiyle ortaokulda okuduğum Simyacı ile tanıştım... Ne büyük şans kendinizi niye burda olduğunuzu sorgulama yaşının bu kadar erken olması değil mi?Evet şans ama o şanslar değerlendirdiğiniz sürece hayatınızda fark yaratıyor... Şimdi 32 yaşıma bir ay kala başladığımı sandığım yolculuğun daha ilk adımında olduğumu öğrenmek ne büyük hayal kırıklığı!Bilmiyorum;hala ne için bu varoluşu yaşadığımı, neyi en iyi yaptığımı ve nasıl harekete geçeceğimi bilmiyorum ve bu bilinmezlik kavuruyor tüm benliğimi!!! Öyle bir sistem var ki karşımda savaşmaya gücüm yok kaynağım yok tüm bunları sağlasam sistemin kurbanı olmaktan başka görünür yol yok!Tamam pes ediyorum desem zihnimin şalterlerini kapatsam kendimi 5 duyumun tatminine bıraksam o zamanda bu sistemde köle olarak yaşayacak yürek yok! Tüm bu yolculuk boyunca hiç mi düşmedim tuzağa???O kadar çok düştüm ki... Tuzakların içinde debelenen bedenimle özgür zihnimin arasında o kadar çok sıkışıp kaldım ki... Sahip olmak istemedim mi hiç? Çok istedim! Sahip olabiliyorken tatmin etmediler sahip olamıyorken içimi kemirip durdular... Bütün meselenin "sahip olmak" duygusunun yırtıcılığından kaynaklandığını öğrenmeme rağmen bir yerden sızdılar yine... Yanlış ideolojileri de savundum delicesine,yanlış tarafta olduğumu da fark ettim gelişince... Hep okurdum fikirleri önce sadece bana yakın fikirleri sonra benden olmayanları da onları da anlamanın gerekliliğinde... Ama yolculuğumda minicik bir adım atabildiysem ufacık bir ilerleme işte o bilimin muhteşemliğinde buldu hareket gücünü... Evreni merakımla,fizik aşkımla nasıl bunları bilmeden yetiştik haykırışlarımla! Harika fikirlerin neden hareketsiz kaldığını da anladım sonunda bilimle geliyordu hareket kabiliyeti o muhteşem fikirlere... Ama bilmek "çaba"da olmak değildi!!!
Hayatımda okuduğum kalbime bıçak saplayan en değerli kitap cümlelerinden biri Pi'de... "Bu hikaye burda bitti ve şimdi sen başlamalısın!" Evettttttt bunu biliyorum yıllardır başlamalıyım ama nereden? Dizisi sayesinde duyduysanız bu kitabı aman bu ne diyerek geçip gittiyseniz yanından çok üzgünüm... Siz Aeden'i okumak için yanıp tutuşmak nedir hiç bilemeyeceksiniz?Nakar'ı beklemek... O 9. kitap hem bir an önce gelsin hem de hiç gelmesin istemek! Tamam kabul ediyorum marka yaratmak,reklamcılık konularında biraz bilgi sahibiyseniz şüpheli geliyor bu çıkış size.Hatta belki doğurduğunu kullanan sırf kendini beslesin diye can yaratan bir anneye nasıl bakarsanız öyle bakıyorsunuz abartarak!Yazarın kendisininde reklamcılık tecrübesi olduğunu öğrenip destekliyorsunuz teorinizi... Fi'nin elime geçtiği anda sorguladım ben de tüm bunları bu kitabı almamı neyin sağladığını...Tamam biliyoruz Freud'un pek sevgili! yiğeni Edward Bernays psikanalizi reklamda kullanmayı keşfettiğinden beri gittikçe kirleniyor tüketim alışkanlıklarımız... Peki ya bu yöntem tüketim çılgınlığını sağlamak yerine farklılıkların ahengini,yardım etmenin huzurunu, bütünün güzelliğini yaymak için kullanılsaydı?Nasıl elime geçtiği önemini yitirdi benim için Özge ile tanıştım çünkü Fi'de...
Yeşil gözlüydüm,soyadım Mumcu idi gazetecilik okumuştum,inandığım şey uğruna dağları ateşe verebilecek kadar gözükaraydım ve bir kitapta Özge ile tanıştım. Fi bittiğinde ilk söylediğim şey "Özge ve Deniz'im birbirlerini bulup dünyayı değiştirmesini dört gözle bekliyorum" demek oldu. Pi'nin sonunu blmiyordum!Ama Azra Kohen biliyordu çünkü o ilk Pi'yi yazmıştı... Özge ve Deniz kendi kişisel yolculuklarını tamamlamadan varoluşlarını nedenselleştirmeden birbirlerini bulup fark yaratamazlardı! Yurt dışı deneyimimden sonra dünyanın en iyi üniversiteleri bana kucak açmışken nasıl radikal bir kararla bu topraklarda kaldığımı sorgularken Özge ile tanıştım ben cevabın onda olduğunu Pi'nin sonlarına doğru öğreneceğimi bilmeden...
Bundan seneler önce okudum ben Fi'yi ... Çi gözümün bebeği... Sonra Pi'ye başladım tam ortasında kaldım! Zihnimin olduğu yer ile gerçekliğim arasında sıkışıp kalmışlığım girdi araya gündelik hayatım sıkıştırdı beni 2 yıl sürdü bu ızdırap... Sonra bir gün uzun süren sessizlikten sonra bir adım attım gerçekliğimden zihnime kaymaya televizyonu çıkardım hayatımdan bir süre sonra Pi devamı ile yeniden girdi hayatıma tüm eski gücü ile... Hayat ile derdiniz varsa,varoluşunuzu,bu yıkımı sorguluyor bütünselliğin güzelliğini görüyorsanız aydınlatmayacak bu kitap sizi hayatınızı da değiştirmeyecek... Sizinle yol olacak sakince,yalnız olmadığınızı hissettirerek,çabaya geçmenize destek olacak hafifçe... Bana yalnız olmadığımı hissettirdiği için kocaman bir teşekkür boçluyum Azra Kohen'e ve hazırım artık Aeden'le yürümeye...

4 Şubat 2018 Pazar

Bir Don Giovanni temsilidir ki; ölü toprağını süpürür yürekten...

Baştan kabulümdür; mevzu bahis opera olunca benden takdir ve güzel cümleler dışında birşey çıkmaz...Hem eleştirmek haddim olmadığından hem de gönlüm elvermediğinden... Ancak Don Giovanni zaten başlı başlına bir başyapıt opera tarihinin enlerinden bir de siz bunu alıp bir senedir canımı yakan içinde bulunduğum kör kuyuların nedeni olan tüm varoluşsal sıkıntılarımın bir eleştirisi haline getirirken sanat içinde sanat yaratırsanız o zaman işte her hücrem size bravo diye bağırır!!! Vauvvv!!! Gerçekten vauv!!!Dün geceden beri bitmeyen bir heyecanla haykırıyorum...
 Dün geceki eserin derinliğini anlamak için Don Giovanni'nin de derinliğini anlamak gerekiyor elbette...Hikayemiz ünlü Don Juan hikayesi aslında.Rönesans döneminin şaşası Avrupanın üzerinde bir pembe bulut; cennet için alınan tapuların devri bitmiş; hayat bir tek ve kısa yaşa yaşayabildiğin kadar anlayışı sabit.Nefsine hakim olup,ahlaklı bir yaşam sürmek artık moda değil. Artık, açgözlülüğünüzü,idlerinizi; paranın verdiği güç ile  zarif ve ince zevk maskeleriyle kapatabiliyorsanız gayet erdemli ve iyi bir insansınız. Dönem bu dönem ve Don Juan gibi Don Giovanni'de içten içe sizi rahatsız etse de gözünüzde kahraman çünkü "o" olmak istiyorsunuz. Çapkın,haz peşinde,umursamaz,kibirli ama son anda bile kuyruğu diķ tutan cinsten... Hikayemiz tam da bu adamı anlatıyor işte... Değişen değer yargıları yorumlamaları etkiliyor tabiki... Kahraman olarak yoluna başlayan Don Giovanni zamanla tecavüzcü bir katile evriliyor modern zamanlarda çünkü neden ??? Hala Don Giovanni olmak biz de tatlı heyecanlar uyandırsada güya toplum kabul etmiyor artık sevgili Giovanni'mizin yaşadığı hayatı... Aslında bu sefer biz ahlak maskesi takıyoruz iyi görünmek adına... 
Hikaye böyle... Giovanni cezasını ilahi güçler tarafından buluyor sonuçta ama son ana kadar hedonizm savunucusu son ana kadar kuyruk hep dik... Ama tabi bu konuyu nereden ele aldığınıza göre değişiyor duygu durumunuz... Örneğin Dante'nin Cehennemi'ni andıran bir final sahnesiyle görsel bir şölen yaratıp büyüleyebilirsiniz seyirciyi ya da Don Giovanni'yi deli yapar Elvira dışındaki herkesi kafasında yarattığı bir kurgu sayar akıl hastanesinde final yapıp şaşırtabilirsiniz seyirciyi... Ama Leporello'yu ana karakter gerçek kişi yapıp, Giovanni'yi id temsili, Comtur'u süper ego temsili hale getirip bir kişilik bölünmesinde ele alırsanız bu hikayeyi bir de tüm bunların üstüne içinde yaşadığımız yüzyılın eleştirisi haline getirirseniz bu güzelim operayı işte o başka bir kafa!!! O nasıl güzel sembolizm kullanımıdır biri bana bunu açıklasın!!!Manken kullanımı,Viva La Liberta'daki özgürlük heykelinin gözünün bağlanması,video kullanımı!!!! Tüm eser boyunca beni hep huzursuz hissettiren tepeden bakan o mavi göze değinmeyeceğim bile! Ama evet bu yoruma gerçekten kocaman bir saygı duruşu!!!

Muhteşem besteye ve Mozart'a gelirse konu hala bu adamın dahiliğini sorgulayan varsa tamamen uykusuz,yorgunluktan birkin düşmüş haldeyken yazdığı uvertürü bir dinlesin bir daha da konuşmasın bence ki bu bahsettiğim operanın sadece açılışıdır o muhteşem finalini zaten benim aklımın sınırları almıyor. Sadece insan için değil,tüm canlı varlıkların anlamlı bulup yaşam verimliliğini arttırdığı gözlemlenen bir müziği yaratma gücünden bahsediyoruz deha sorgulabilir olmaktan çıkıyor zaten...
Bu muhteşemliğin hakkını veren kadroya ise ne desem nasıl desem... Cengiz Sayın her daim bir heyecan ve tatmin nedeni zaten... Murat Duyan ise "offfff" nasıl anlatsam beceremiyecekmişim gibi geliyor ama bu performansla zirvemde tahtı sabit artık... Yani aslında kimi yazsam bir diğerine haksızlık gibi... Dün her biri yüreğime o kadar derinden değdi ki... İZDOB orkestrasına ise zaten kelam etmek yüreğimin sınırlarını zorluyor aklım devrede bile değil!

Çoooook uzun zamandır üzerimdeki ölü toprağına böyle bir esinti gelmemişti... Nasıl teşekkür edeceğimi bilemem ondan sanırım...
Albert Camus,Don Giovanni operası için "tüm sanatların doruğu" demiş.Modern romanın kurucusu Gustave Flaubert ise dünyada izlemeye doyamacağı 3 şeyin "deniz,Hamlet ve Don Giovanni" olduğunu söylemiş...Tüm bu büyük insanların yanında bir hiç olarak belirtme haddini kendimde buluyorum ki; Don Giovanni operasının bu yorumu ömrümde yerinin hep ayrı kalacağı hisler uyandırdığı içindir ki belki izleme şansını eriştiğim için beni hep ayrıcalıklı kılacak!
Türkiyenin neresinde olursanız olun gelin izleyin!!!
Temsil tarihleri: 5 / 24 / 27 Şubat 2018
                            10 / 13 Mart 2018
                             1 / 3 Mayıs 2018