11 Nisan 2011 Pazartesi

‘’COGUNLUK’’


Cogunluk filmini izlemek benim icin kolay degildi.Sinema konusunda hicbir zaman iddiali olmadigim gibi klasik ‘’Hollywood’’ tarzi olmadigi surece film izlemek tercih ettigim bir aktivite degildir.Ozellikle ‘’Cogunluk’’ gibi konusu onemli, vurgulari guclu olmasi gereken bir hikayenin karakterlerinin filmin kisa zamaninda derinlemesine islenemeyecegine inaniyorum..

Filmi kendimce yorumlamaya calisirsam; Filmin baş karakteri Mertkan, çok küçük yaşından beri babasının baskısı ile büyümüş, 20’li yaşlarına gelmiş olmasına rağmen bu baskıdan kurtulamamış, çaresiz ve kendisini savunamayacak kadar da cesaretsiz bir genç. Mertkan’ı izlerken, kritik sahnelerde hep bir karşı çıkış, hep bir isyan bekliyoruz ve bekledigimizi bulamiyoruz. Mertkan, Turkiye’de saglikli gelisme sansi bulamamis olan burjuva sinifinin yetistirdigi cocuklarin tipik bir ornegi.Gerekli alt yapiya,kulture ve egitime sahip olmadan ailesinden gelen paranin guc olduguna inanarak yetismis genclerdeki amacsizligi, ruhsuzlugu ve kendini kaybetmisligi Mertkan’in her sozunde, her hareketinde gormek mumkun.Tum bu karakter ozelliklerinden yola cikarak’’Cogunluk’’ kendi hayatina bir turlu sahip olmayan bir gencin etrafinda donuyor diyebiliriz kisaca.

Filmde Mertkan’in hayatina etki eden kadinlari inceledigimizde feminist bir etki ile karsilasiyoruz aslinda. Mutsuz ve değerinin bilinmediği bir evliliğin içinde, kendisinden beklenen vazifelerin dışında görünmez olan kadının isyanının sessizliği ve onu Van’a geri götürmek için gelen ailesinden köşe bucak saklanırken bir yandan hayata tutunmaya, bir yandan okumaya çalışan Gül’ün ayakta durabilmek için tek umudu bir erkekte araması filmde özellikle altı çizilen vurgulamalardan.

Etnik, kültürel, cinsel ve ekonomik açıdan uygulanan tüm baskı ve şiddet şekillerine değinmeyi vazife edinen film; bize ezilenleri, ve ezilmeyi ezenin gozunden anlatmaya calistigini icin tum gercekleri gozumuze sokmadan anlatmayi basarmis.Bireyden yola çıkarak genelin halini göstermeye çalışan filmin; özellikle sonunda seyirciye tutunacak hiçbir şey bırakmaması ile son derece karanlık oldugunu soyleyebiliriz. Ancak aralara serpiştirilen trajikomik sahneler, filmi biraz olsun yumuşatmayı başarıyor. Kültürel yapının içinde bazen ezilen, bazen duruma göre farkında bile olmadan ezen olduğumuz bu resmin, çoğunluğun resminin, toplumun hangi kesiminde olursak olalım ucundan kıyısından dahil olduğumuz bir gerçek olduğunu hepimiz filmin sonunda kabul ediyoruz.
Mertkan’ın Gebze sürgününden geri dönüşünde, sonunda babasından kabul görmüş bir birey olarak sofradaki yerini alışı, artık çocukluğundan beri kendisi için hazırlanan kalıba tıpatıp uymuş olduğunun, bir anlamda da büyüdüğünün kanıtı. Bu teslimiyetin hemen öncesinde gördüğü rüyada ise, o güne kadar zaman zaman hissettiği vicdanının sesini artık çok derine, yalnızca bilinçaltının düşlerinde açığa çıkarabildiği derinliklere bastırmış olduğunu anlıyoruz.

Filmin sonunda anliyoruz ki; fırsatı varken isyan etmemiş, hayatının yönetimini başkalarına bırakmayıp kendi yolunu çizmeyi becerememiş Mertkan’ın artık sahip olacağı tek bir yaşam biçiminden söz edebiliriz oda babasindan aldigi miras..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder