10 Ocak 2014 Cuma

Önyargılardan kurtulmanın dayanılmaz hafifliği...

Önyargı denilen illete yaşamı boyunca sık sık teslim olmuş biriyim ben. Lafa gelince bilirim "önyargılarınızdan kurtulun" demeyi ama uygulama hep muamma. Elif Şafak/ Aşk'ı okuyana kadar Mevlana'da Şems'te önyargıydı benim için, evet güzel söylenmiş sözleri vardı ama iticiydi Mevlana her ortamda da söylemekten çekinmezdim. Şu asla yakalanmak istemediğim ama kendimi hep içinde bulduğum bilmeden konuşma sendromu işte... İslamiyetle bu kadar bağdaştırılıp ayrılamadığı için soğuktum bende aslında Mevlana'ya.

Bu yazıyı yazmanın zor olduğu hassas olduğu nokta tam olarak bu zaten. Türkiye'de malum din hassas konu; sorgulanamaz, açık açık "inanmıyorum" denemez... Birileri bir şekilde yavaş yavaş aşındıra aşındıra yıkmalı aslında bu duvarları. Ortaokuldaydım ben din olgusunu kendi çapımda sorgulamaya başladığımda sırf kimliğimde öyle yazıyor, bu topraklarda doğdum diye kalbimi, umutlarımı; anlamadığım bilmediğim bir olguya teslim etmeyi reddedişim lise dönemine dayanır , üniversite zamanlarında ise az çok oturmuştur kafamda bazı şeyler... Zaten sonra devletimin önünde  beni tanımlayan kimliğimde de boş bıraktırdım din hanesini ... Türk olmakla gurur duymak müslüman olmayı gerektirmiyordu çünkü!

Bazıları deist ya da ateist olmanın kolaya kaçmak, istediği gibi yaşamak olduğunu izlemine kapılıyor. Oysa kutsal denilen bütün kitapları okumak kendini bunlardan hiçbirine ait hissetmemek bu kitapları okurken kalp bütünlüğünü hissedememek çok zordur bir insan için. Rehber belleyeceğiniz bir kutsal kitap yoksa kendi ahlak kodlarınızı kendiniz oluşturmalısınız; okuyan,düşünen,sorgulayan,gözlemleyen biriyseniz zamanla bunu oluşturuyorsunuz  da zaten. Ama bir de bazı anlar var insan olarak çaresiz hissettiğimiz,sığınacak liman aradığımız anlar işte tam da o anlarda yakaracak kimsenizin olmadığını hissetmek gerçekten ağır yük... Yani kendini "deist" ya da "ateist" diye tanımlayanların yükü inananlardan çok daha ağır bence. Hoşgörü şart hoşgörü zaruri!!! Hepimizin empatiye ihtiyacı var. Zaten aslında etrafımızdaki herkes bizim gibi düşünen insanlardan oluşuyorsa ıssız bir adada sürekli kendi sesimizi duymaktan başka ne geçer elimize? Farklılıkları kucaklamak onlardan öğrenmek önemli olan... Klasik anlamda yani kutsal kitapların anlattığı anlamda tek bir yaratıcıya, kaderimi yazan, yaşadığım hayatın sonunda beni ödüllendirecek ya da cezalandıracak bir yaratıcıya inanmıyorum ben. Ama evrendeki herşeyin bir bütünün parçası olduğuna, herşeyin bir zamanı olduğuna ve yaptığımız en ufak bir hareketin bizlerde bütünün parçası olduğumuz için bütünü etkileyeceğine inanırım...

Kendi ahlak kodlarımı oluşturmaya çalıştığım zamanlarda, daha yolun başındayken huzuru müzikte arardım örneğin tam bir "Mercan Dede" hayranıydım onun müziği beni benden alırdı. Ancak benim için imzaladığı cdsinde "İlkyaz Dost'a Muhabbet İle" diye yazmasının nedenini anlamam şimdiye dayanır. Bir de bir huyum daha vardır uzaktan çok sevdiğim birini gördüğümde ya da teşekkür etmek istediğimde sağ elim kalbimde hafifçe eğilerek gülümserim. Nerede gördüm de yapmaya başladım hatırlamıyorum ama bana çok içten çok samimi çok gerçek gelir bu hareket, ergenlik yıllarımdan beri de kullanırım. Farketmeden hep kıyısında köşesinde durmuşum sufizmin bir o kadar yakın bir o kadar uzak... Ya da şimdi öyle görmek istiyorum o yüzden parçaları birleştiriyorum bilemem zaten ne fark ederki? Görmeye başlamaktır önemli olan...
Elif Şafak/ Aşk'ta göl ve nehir benzetmeleri yapmış insanların yaşayış biçimlerine, daha önsözde ... Kitabın kahramanı Ella tam bir göl sonra hayatına "aşk" değiyor... Ben doğuştan, yaratılıştan tam bir nehirim! Çoşkun akıntılarım barajlarda durulursa ben özümü kaybederim, ben olmaktan çıkarım. Toza, toprağa, taşa bulansamda arınmak için berraklaşmak için gürül gürül olmalıyım her daim. Karşıma setler çıktığında setleri yıkıp akmaya devam etmeliyim... Ama sürekli gürül gürül akan bir nehir olmaya da mecalim kalmayacak gün gelecek... Ben denizle, okyanusla buluşmalıyım duruma göre huzurlu sakin kafama esince asi, hırçın, dalgalı... İlla mecaza vuracaksak durumu doğuştan gürül gürül akan nehir, açık denizlerle buluşma arzusunda yani. Denize olan bu yolculuğumda da herkes gibi benimde rehbere ihtiyacım oluyor zaman zaman...

Dinlere inanmıyorum ben evet ama hep inandığım birşey vardı "aşk" ! Sadece insana duyulan, tensel temaslı aşk değil kastım. Doğaya aşık olmalı, sanata... Mikro ölçekte yakalamalı hayatın mucizelerini, hayatın kendisine aşık olmalı ki kimyamız hep değişsin, içimizdeki aşk heyecanı hiç bitmesin... Sufizm tam da bu noktada aldı beni kollarına işte! Evreni sevmek onunla bütünleşmek o algıya erişmek için sunduğu bütün kodlar... Hayatı "aşk" la yaşamak için gerekenleri anlatan bir rehber sufizm. Ben bilmeden kendi ahlak kodlarımı oluşturmaya çalışırken sufizme koşuyormuşum aslında... Daha o muhteşem deryadan tattığım sadece bir damla kana kana içmek istediğim bir derya sufizm... Varlıktan hiçliğe ulaşacak o yolculuğa çıkmak istiyorum...
Çünkü;
"Her duyguyu ve tutkuyu içinde eriten bir duygu aşk ve ancak aşkı hissettiğimiz anlar, yaşamın bilincinde olduğumuz anlar". Benim için tek bir yaratıcıya olan aşka ulaşmak söz konusu olmasa da evrenin kendisine aşık olabileceğim yanı başımda duran mucizelere daha dikkatli bakacağım ve kesinlikle daha büyük farkındalıklarla yaşayacağım kesin bundan sonra!!!

Bu seneki " hiç görmediğin bir yere git!" durağımda belli oldu Sufizm merakımla... Kulağımda Mercan Dede mümkünse Nar albümü Konya'yı ziyaret edeceğim...

Sağ elim kalbimdeyken selamlar...


Not: Tüm bu iç sorgulama ve iç dökmeden ibaret yazımı sonuna kadar okuduysanız teşekkür ederim. Şahsen başkası yazsaydı dayanıp okurmuydum bilemiyorum :) Bundan sonra bloğu günlük niyetine daha az kullanıp daha bilgilendirici şeyler yazmakta benim sözüm olsun :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder